Birinin inanç dünyamızla ilgili yargıda bulunmasına, onunla ilgili ne yapıp ne yapmayacağımıza dair akıl vermesine tahammül edemiyoruz, bunu çağdışı buluyoruz, kabul edilemez görüyoruz da;
kendi hayatımızı nasıl yaşayıp yaşamayacağımıza, bize neyin iyi gelip gelmeyeceğine, bizim için neyin doğru olup olmadığına dair üstten konuşan, adeta hariçten gazel okuyan sözde ‘üstat’ların sübjektif yargılarını niçin bu kadar ciddiye alıyor ve benimsiyoruz?
Aynı şey değil mi?
Biri günah biri karma diyor.
Elindeki sopayı suratımıza sallıyor ve ‘korkun!’ diyor.
Yaptığı hatanın cezasından korktuğu için diz çöküp af dileyen bir çocuk gibi, korkunun esiri olup, sırf cezadan kaçınmak için sisteme yalvarmamızı, hatta sisteme yaranmamızı istiyor, buna dair vaazlar veriyor.
İkisi de suç ve ceza mekanizmasının yani korkunun gölgesinden konuşuyor.
İkisi de kendi bağnazlığını üzerimize boca ediyor.
Server Tanilli’nin felsefeye giriş niteliğindeki kitabı Yaratıcı Aklın Sentezi’nde yaptığı ‘bağnaz’ tanımı:
“Bağnaz, gerçeği elinde tuttuğundan emindir ve o yüzden de, onu başkalarına dayatma sapıklığı içindedir. Filozof ise, doğruyu aramaya çıkmıştır ve öyle olduğu için de büyük bir alçakgönüllülükle söylediği şudur: Doğru ne benim ne senin elinde, doğru önümüzde!”
Size eksik, yanlış, noksan hissettiren her önerme, muhtemelen sinsi bir manipülasyon.
İnsan, düzeltilmesi gereken defolu bir ürün değil; dahası insanın gelişimi dıştan içe müdahaleler ile olmuyor. Gelişim her zaman içten filizleniyor, dışa doğru büyüyor. Dışarısı ve dışarıdakiler ise yalnızca birer ayna.
Doğruyu elinde tuttuğunu iddia edenleri değil,
kendi doğrularımızı, kendi başımıza ve kendi içimizde bulmamızı, gerektiğinde de doğru bildiklerimizi yıkmamızı işaret edenleri izlemek dileğiyle.
Işıkla ve sevgiyle.
26 Haziran 2022