“Açı doyurduğumda, hakareti affettiğimde, düşmanımı sevdiğimde… Bunlar güzel erdemler. Fakat ya dilencilerin en fakirinin, suçluların en gaddarının da kendi içimde olduğunu fark edersem? Ya şefkatime en muhtaç kişinin, sevilmeye en muhtaç düşmanımın kendim olduğunu fark edersem? O zaman ne olacak?” Carl Jung
Bu akşam 22:05’te Kova burcunun 23 derecesinde, Güneş ve Ay kavuşumu yani yeniay yaşayacağız. Gökyüzü Kova burcunda kümeleşen ışıklar ve gezegenler dolayısıyla Satürn ve Uranüs yönetiminde. Hem kolektif hem bireysel alanda boyut atladığımız bir dönemden geçerken, eski ile yeni arasında sıkışıp kaldığımız bir süreç içerisindeyiz her birimiz. Bu yüzden çok ama çok sıkışık hissediyoruz.
Bu sert, alabildiğine soğuk ve müdanasız atmosferde Merkür’ün Kova burcunda geriliyor olması, geçmişi hakkıyla temizlemeden geleceğe ulaşamayacağımızı anlatıyor olmalı. O yüzden şu an tezahür eden bitiş ve sonlanmalar Uranüs keskinliğinde gerçekleşiyor. Yeniay her ne kadar yeni başlangıçlar demek olsa da, bu yeniayın gücü eski defterleri tamamen kapatmak üzerine olacak. Merkür, ardımıza bakmadan ilerlemek istediğimiz bu yolda hem kalbimize hem zihnimize parmak sallıyor. İster istemez iki adım ileri atıyorsak dört adım geri geliyoruz.
Çünkü ilahi zaman, yaşlı ve yorgun dünyamız içinde kolektif bir sıçrayışla Kova Çağı’na doğru evrilmeyi hızlandırdıysa, bizim bir an önce kendi kapımızın önünü güzelce bir süpürmemiz gerekiyor. Hep beraber’i ve biz’i konuşmadan önce ben’i konuşmak gerek. Seni affetmeden önce kendimi affetmem gerek. Seni sevmek için önce kendimi sevmeye ihtiyacım var.
“‘Hoşgörü’ ile ‘horgörü’ arasındaki fark, tek bir harften ibarettir.” demişti üniversitede bir hocam. Seni hoşgören, affeden, alttan alan tarafım, sana üstünlük mü taslıyor, seni içten içe küçük mü görüyor? Merkür’ün Kuzey Ay Düğümüne keskin desteği, kendi bilinç düzeyimizdeki ezberlere ve kandırışlara son vermek için durmamızı ve yeniden düşünmemizi istiyor. Nitekim hoşgörü, anlayış, barış, şifa, birlik, bütünlük derken içimizdeki kibri yüceltiyor olabilir miyiz? Kendi dualitemizi yok sayarak başkasının dualitesine af dilemek… Ne kadar adil?
Kimimiz bu aciz insan formundan yükselerek guru, tanrı, bilirkişi, kurtarıcı, şifacı olmaya çalışıyor. Ne kadar çok ve ne çabuk olmaya çalışıyoruz. Güney Ay Düğümü Yay’da yolculuğunu tamamlarken bu safhalardan da geçip saflaşmaya başlayacağız. Tevazuyu hatırlatacak bu yol bize. Bu küçücük varlığımız içinde bize ait olan ama kaynağı biz olmadığımız o kocaman rengarenk ışığı keşfettiğimizde, koskoca kaynağı hatırlayacak ve tüm etiketlerden soyunarak o ışığın sularında saflaşıp berraklaşacağız. İşte tam orada kolektife uyanış başlayacak.
O zaman içimizdeki en fakir dilenciyi de, en gaddar suçluyu da sevip bağrımıza basabiliriz, birilerini hoş görme – affetme – kabul etme oyunu oynamadan, dürüstçe.
Bu yeniayda karmik hesaplaşmalar tamamlanacak. Bir kefaret varsa ödenecek, mesaj iletilecek ve oyundan çıkılacak. Güney Ay Düğümü-Juno kavuşumunun Jüpiter-Venüs kavuşumuna destek açısı, bana yeni palazlanacak masalsı aşklardan ziyade, geçmişten bugüne taşıdığımız, kapanmamış bir yara halinde duran kim varsa, onda kendimizi görüp üzerinden atlayıp geçebilme olgunluğunu anlatıyor. Aldatanı suçlarken kendi aldatan yanımızı, terkedeni düşünürken terkedip gittiğimiz kim varsa hatırladığımız, empati ve affın ötesinde, sıradan bir insan olmanın o kusurlu halini samimi şekilde görüp, kucaklayıp, hepimizin birbirimizin aynası olduğunu idrak ettiğimiz bir kalp bilgeliği…
Geçmişi silip atmak, üstünü örtmek, geçmiş için yazdığımız hikayelerle kendimizi kandırıp durmak, kurban psikolojisi, unutmak, affetmek, sevgi yollamak, kini, nefreti, öfkeyi bastırmak… Bunlar artık geçersiz, şu an artık işe yaramayacak. Geçmişin aynasına bakıp o aynada kendimizi gördüğümüz an, mucizevi şekilde affeden ve affedilen, acıtan ve acıyan, seven ve sevilen, öğreten ve öğrenen, hata ve ceza, hoşgörü ve horgörü dualitesi bulanıklaşacak, aramızdaki uçurumlar kapanıp, yollar birleşecek, bizler birleşeceğiz, geçmişin ağırlığından ve geleceğin kaygısından özgürleşecek, İnsan-ı Kamil olma yolunda önce bu aciz bedende bu kusurlu insanı sevip, anlayarak özgürleşeceğiz. Gerçek merhamet ve sevgi, kendi içimizdeki karanlık topraklardan bir çiçek gibi fışkıracak bir başkasının kalbine, yüreğine.
Sevilmeye en muhtaç düşmanımı, kendimi, olduğu gibi sevmeden özgürleşemem. Bırakın başkasını bağışlamakla cebelleşmeyi. Burada görülmeyi, anlaşılmayı, sevilmeyi bekleyen bir çocuk var.
Çocukluğumu, geçmiş karmalarımı, hatalarımı, suçlarımı, gaddarlığımı, adaletsizliğimi, yalancılığımı, kusurlarımı affetmeden, sevmeden, bağrıma basmadan, vazoyu kıran o küçük çocuğun elinden tutup ‘olsun olsun olsun!’ demeden… seni olduğun gibi nasıl sevebilirim?
O zaman bu yeniayın mottosu bu olsun, gece karanlığında aya doğru döndür yüzünü, aya, kozmik annene seslen, içindeki çocuğa, kusurlu varlığına, öz sevgine seslen:
Olsun, olsun, olsun!
Sevgiyle, ışıkla.
11.2.2021