“Bu kıyılarda yürüyorum daima, kumla köpük arasında.
Yok edecek ayak izlerimi med-cezir, uçuracak köpüğü rüzgar.
Oysa var olacak deniz ve kıyı sonsuza kadar.”
Halil Cibran
Yaşamın sunduğu belki de en büyük paradoks, deniz ve kıyı arasındaki nüans ve insanın buna dair duyduğu çelişki.
Yeryüzünün bizi -her halükarda- taşıdığından son derece eminiz, çünkü emeklemeden ayaklanmaya geçtiğimiz ve popo üstü düştüğümüz o ilk günden beri bunu defalarca deneyimledik. Fakat o ilk deneyimden beri de yükümüz hiç eksilmedi. Dünya bizi taşıyor diye biz de dünyayı taşırız sandık; Atlas gibi, tüm yükleri omuzlandık. Her günün sonunda omuzlarımızda tonlarca ağırlıkla, bir ceset gibi çöküyoruz yatağımıza. Sırtımızda ve ruhumuzda, yer üstü ‘gerçeklerini’ taşırken eziliyoruz.
Suyun bizi taşıdığındansa pek emin değiliz; suyun altında, o koskoca ummanda yönümüzü bulmak için hep bir pusulaya ihtiyaç duyuyoruz. En doğru pusulanın kalbimiz olduğunu unutuyoruz çoğu zaman. Bir arkadaşa, öğretmene, guruya gidiyor, ancak ondan teyit alınca emin oluyoruz. Oysa çoğunlukla en baştan biliyor oluyoruz, neyi isteyip istemediğimizi ve ne olup bittiğini. Doğuştan hediye o sezgisel yüzgeçleri kullanmayı henüz öğrenemedik, acemi bir balık gibi çırpınıp boş yere efor sarf ediyoruz su altı alemde. Bazımız yerin üstünde çok usta, suyun altında boğulacak gibi oluyor. Bazımız suyun içinde o kadar ‘yuvasında’ ki yeryüzüne çıkıp gerçeklerle yüzyüze geldiği vakit nefessiz kalıyor. Pek azımız bu iki diyar arasında denge kurabiliyor.
Şimdi Satürn ve Neptün’ün orta noktasında gerçekleşecek Balık yeniayı, suyun altındaki hayaller alemi ile yerin üstündeki sınavlar alemi arasındaki denge oyununu gündemimize getiriyor. Yani şimdi meziyet, Satürn ve Neptün’ü, dünya deneyimimize dair birbirine zıt bu iki realiteyi, bir ‘orta noktada’ buluşturabilmekte.
Dünyanın sınır bekçisi Satürn, onun etten kemikten gerçekliğini bize öğretmekle mükellef, neticede burada olmamızın sebebi bu öğrenim süreci. Bu yüzden bizi adeta bir öğretmen gibi zorluyor, sınıyor, sınırlandırıyor. Hayal dünyasında gezinmekten, bahanelerden ve gerçeği eğip bükmekten hoşlanmadığı gibi, en ufak bir ‘okul asma’ girişimimizde avcumuza cetveli indiriyor.
Ancak Satürn, öte yandan, zamanın geçiciliğini de anlatıyor. Zamanla dersi alıyorsun, öğreniyorsun, daha çok öğreniyorsun, Birsen Tezer’in Delikanlı’da dediği gibi ‘saçın ağarıyor, yaşın bağırıyor, yaşam daralıyor’. Hatta belin bükülüyor, yerin üstünün olanca çekim kuvvetinden. Zaman, ellerinden akıp giderken ve şimdinin ‘birşey’leri zamanın ellerinde koskoca ‘hiçbirşey’lere dönüşürken, aslında tüm gerçeklik de eriyip gitmiyor mu?
Satürn bizi gerçekle kandırıp, bir mezar taşının üzerinde hiçlik makamı ile buluşturuyor. Ez cümle, Satürn gerçeği öğretirken, aslında gerçekliğin bir yanılsama olduğunu da gösteriyor.
Oysa Neptün, daha en başından ‘gerçek diye birşey yok’ demişti. Ve hiçbirimiz ona inanmamıştık. Çünkü biliyoruz ki, Neptün’ün, yani Poseidon’un su altı alemdeki sınırsız kuralsızlığı yeryüzünü bağlamıyor. Biz buradayız, yerin üzerinde, bu gerçeklik sınavı ile başbaşayız. Arada bir suyun altına inip nefes alıyoruz. Yerçekiminden kurtulup suyun kaldırma kuvvetine ‘teslim olup’ akışta özgür ve çabasız bir varoluş şeklini ‘anlık’ deneyimliyoruz. Ama boğuluyoruz bir yerden sonra, kalamıyoruz.
En nihayetinde, yaşamın sunduğu belki de en büyük paradoks, suyun altıyla yerin üstü arasındaki nüans ve insanın buna dair duyduğu çelişki. Bir başka varoluş biçimine değin, bu yolculuk, bu gel-git ve bu denge arayışı hep devam edecek.
Oysa…
Ne yerin ağırlığına ne suyun belirsizliğine hapsolmak zorunda değiliz.
Ne gerçekleri yok sayıp yok olmak,
ne de hayallerimizi geçici bir gerçeklik sanrısına
kurban edip yoksullaşmak zorunda değiliz.
Ne yer üstünde ağırlaşıp yorulmak,
ne su altında nefessiz boğulmak zorunda değiliz.
Suyun üstüne çıkabiliriz.
Suyun üstünde, her iki yakanın bilgeliğiyle akarak, bu iki apayrı gerçekliğin arasında,
bir orta noktada ‘nefes alabiliriz.’
Hem gerçek kadar hayal, hem hayal kadar gerçek olabilir kendimize yarattığımız dünya.
Şimdi belki, toprak üstü bilgeliği ile su altı sezgiselliğini bir araya getirmeyi deneyebiliriz.
Yükselende İkizler ve dispozitörü Merkür ufacık bir çocuğun saf merakıyla 0 derecede yeniaya eşlik ediyor. 0 noktasında, tarottaki 0 numaralı Joker’in yani Aptal’ın bilgeliği saklı. Aptal, Abdal’a giden o yolda, önlemsiz, cesur, meraklı, saf başlangıçlar için adım atma yeteneğini bilgeliğinden, bilgeliğini ise kalbinden alıyor. Pek çoğumuzda artık kaybolmuş bir pusula olan kalbinden…
Merkür kısa zaman önce Neptün’le kavuştu ve şimdi Pluto’nun desteğiyle Neptün’ün su altı bilgeliğini yeraltından yukarı taşıyor. Yerçekiminin ağırlığını omuzlarımızdan alıp bizi hafifletecek tek şeyin bilgi olduğunu biliyor. Bilginin en yücesi Uranüs’ün de desteğiyle akıyor bilinçlerimize.
Öyleyse şimdi, bu tılsımlı zamanda, üstelik tutulmalar mevsimine de yaklaşırken, bir ve bütün adına alacağımız tüm kararlarda artık bu bilgeliğin ışığını taşımayı bir kez olsun düşünmemiz gerekiyor. Hayatın bu dönem bize getirdiklerine, bu kez iyi-kötü ayrımlarının ötesinde, bir çocuğun meraklı bilgeliği ile yaklaşmak, bizi suyun en derinindeki kıymetli hazinelere götürebilir. Zira, bizler su üstünde ahenkle salınıp, gerçeği hayale, bilgiyi sezgiye, varoluşumuzun altını üstüne ustalıkla bağlarken, bir bakmışız hayallerimiz gerçek olmuş bu alemde.
Neden olmasın?
Sevgiyle ve ışıkla💙
Art: @monika_marchewka_art
9.3.2024