“Bir atlıkarınca gibi dönüyordu yalnızca. Ya kısacık, göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir an içinde mutluluktan uçacaktık ya da kendi kendimize neden orada dönüp durduğumuzu düşünmekle geçirecektik zamanımızı…” Kürşat Başar
Hayat hızla akıp gidiyor. Kronos’un tırpanına değen zaman, sonlu sonsuz varlığımızı hatırlatırken, bizler bu koskoca atlıkarıncada çılgınlar gibi dönüp duruyoruz. Karşımıza bir kriz ya da çok önemli bir viraj çıktığında bir anlığına durup düşünsek bile, çoğu zaman burada ne yaptığımızı pek sorgulamıyoruz.
Başak burcunda gerçekleşecek bu dolunay, “Başak” ve “Dolunay” temalarıyla çifte ‘hasat’ anlamına gelirken, bizleri bu kez durup düşünmeye davet ediyor. Başak burcunun gerçekçiliği ile analitik yaklaşımını devreye sokarak, üstünü hiç örtmeden veyahut yuvarlamadan, hayatımıza dair reel bir fayda – zarar analizi yapmamızı istiyor.
Üstelik zamanın efendisi Kronos, yani Satürn dolunayın başrolündeyken, geçmiş, şimdi ve gelecek aynı tablo içinde, karşımızda duruyor. Yaşamımıza ait her an, giren çıkan her insan, yaptıklarımız ve yapmadıklarımız, ekip biçip atmadıklarımız bir bir önümüze konuyor.
Balık burcundaki Güneş’i kuşatan Merkür ve Satürn, bizi ‘gerçekler ve hayaller’ kavşağında, bu kez bilinçli bir muhasebe yapmaya davet ediyor.
Ancak Jüpiter’in sezgisel bilgeliğinin de devrede olduğu bu dolunay, bu analitik muhasebeden sonra, gerçeği ve hayali, birini birine feda etmeden aynı anda var edebilen hakiki simyacıların hüneriyle hemhal etmeyi öğrenmemizi istiyor…
5 derece Başak burcundaki dolunayın Sabian sembolü, bir atlıkarınca.
Belki siz de, uzun zamandır bu atlıkarıncada dönüp dururken zihninizin yanılgılarına kurban gitmektesiniz. Sırf kendinizi veya karşınızdakini korumak adına bile bile aldandığınız, sırf suçluluk hissetmemek adına sahte düşmanlara saldırdığınız bir kurguda, kendi yarattığınız bir illüzyonda kaybolmuş gibisiniz.
Burası şimdiye dek çok alışıldık ve konforlu geldiyse de, belli ki bu aldanış artık canınızı yakıyor.
İnsan, gerçeğin soğuk yatağı ile düşlerin ağır yorganı arasında bir denge kuramadığında, kendi kudretini ve içsel otoritesini yitiriyor. Ve bir yerden sonra, uydurma bir kaderselliği ya da mecbur olduğuna inandığı eğreti bir hayatı yaşamaya mahkum oluyor. Bu edilgen döngüden bizi çıkaran, çoğunlukla, bizi -er ya da geç- gerçeğin o soğuk yatağına sokan ‘zaman’ oluyor.
İnsan, kendine realist bir içgörü ile bakamadığında, gücünü bir başkasına teslim ediyor. Gücünü bir başkasına teslim eden kişi, belki doğduğundan beri kalbinde uyuyan ‘gerçekçi hayallerine’ yabancılaşıyor, artık inanmıyor ve günün birinde onları ne yazık ki terk ediyor.
‘Gerçekçi hayaller’ bu dolunayın özeti.
Hangi hayallerin gerçek ve size ait olduğunu tayin ederken, üstünüze yapışmış sahte mecburiyetlerin de farkına varma zamanı.
İçinde dönüp durduğunuz bu atlıkarıncada, neyin gerçek olup olmadığı kadar, neyin hala işlevsel olup olmadığına da bakma zamanı.
Çocukluktan kalma o eski hayalleri hatırlama, onlara sarılıp özlem giderme ve eğer istiyorsanız, onlara ulaşmak için gerçekçi bir rota çizme zamanı.
Artık işe yaramayan ne varsa onu bir Başak titizliğinde bünyeden arındırıp uzayın derinliklerine yollarken, gerçek hayallerinize doğru çizdiğiniz rotanın gerektirdiği çaba için planlı bir adım atma zamanı.
Bu dolunayda farkına varmalısınız, aslında en hakiki hayallerinize bile yabancısınız. Atlıkarıncaya tutunmuş, anlık ve geçici mutlulukları kovalamaktasınız.
Çünkü kurban düştünüz, mecbur kaldınız, muhtaç oldunuz… bir başkasının gerçeğine, hayaline, kararına, rotasına hapsoldunuz!
Bazen çiçekli bir sokaktan geçerken, bazen bir rembetikoda yaz sıcağını koklarken, bazen uyanmak istemeyeceğiniz kadar güzel bir rüyada size kendini gösteren o ‘bir başka hayat’ olasılığını görmezden geliyor, gelmeseniz bile, zihnin süzgecinden geçirince saçma bulup, onu ruhunuzdan bir çırpıda atıyorsunuz. Atmanız gereken, size ait olmayan, daha onlarca gereksiz şey varken üstelik…
Şimdi Dolunay, Jüpiter’den gelen ilahi destekle kutsanırken ve Merkür Jüpiter’in ilahi bilincine yükselirken, elinize düşen tüye, yan masadan gelen söze, rastlantılardaki tevafuk hissine, bir kuş cıvıltısının sizi alıp götürdüğü yere, aynı şiirleri cebinize koyduğunuzdan emin olduğunuz adama/kadına, o en gerçekçi düşlerinize inanmayı seçin. Düşlerinize gülüp geçenleri ise hayatınızdan eleyin, gitsin.
Bünyenizdeki suçluluk, pişmanlık, yetersizlik duygularından bu dolunayla beraber arının. Başak süreçleri, aynı zamanda şifa süreçleridir. Kendinize, bedeninize ve bilinçaltınıza gereken öz bakımı verin. Zihninizin önyargılarını ve yanlış inançlarını fark edin. Kendinize baktığınız o aynayı temizleyin. Atlıkarıncanın kolçağını silin.
Kalbinize bir sorun, saflaştı mı?
Saflık, sıfırdan, el değmemiş bir berraklık değil…
Saflık, belki önce dibine kadar karaya bulanmak, sonra bu arınmadan geçerek berraklaşmak.
Mürekkep bulaşmamış suların saydamlığına, bilgeleşerek kavuşmak.
O saydam suda kendinizi gördüğünüzde ve onu seçebildiğinizde, artık en gerçekçi hayallerinize hazırsınız demektir.
En saf halimizle, kuşku, korku ve kederle kirlenmemiş sularımızda, en seçkin, en hak edilmiş, en akılcı ve en gerçekçi hayallerimize, bu kez bir adım atabilmemiz dileğiyle.
Sevgiyle ve ışıkla.
24.02.2024