“Korku katilidir aklın. Korku, mutlak yıkım getiren küçük ölümdür. Korkumla yüzleşeceğim. Onun etrafımdan ve içimden geçip gitmesine izin vereceğim. Korkunun geçtiği yerde hiçbir şey olmayacak. Yalnızca ben kalacağım.”
Frank Herbert
1 Kasım öğle saatlerinde, Akrep burcunun 9 derecesinde bir yeniay gerçekleşiyor.
Bu yeniay, bir dolunay netliğinde karanlık kuytularımızı aydınlatıyor. Kuytularda birikerek akışı tıkayan ne varsa onu arıtacağımız Akrep mevsimi tam da bu yeniayla birlikte başlıyor.
Bu süreçte gerçekleşmesi olası gündemler, en derin korkularımızı bir anda, bir patlama etkisiyle yüzeye çıkararak bizi yüzleşmeye zorluyor. Nitekim, Akrep’in en derin anlamında, kendimizden bile gizlediğimiz korkularımız ve ancak bu korkuların önünde korkusuzca durmayı becerdiğimiz zaman kazanacağımız güç ve dayanıklılık yatıyor.
Yeniayın en vurucu açısı, aslında yeniayı özetliyor. Yeniay haritasında, Akrep’in klasik yöneticisi Mars ile modern yöneticisi Pluto karşı karşıya geliyor.
Her ikisi de anaretik derecede, artık dolmuş taşmış, dokunsanız patlayacak bir enerjide, birbirlerine hodri meydan diyor.
Pluto, yarım kalan işini tamamlamak üzere geri döndüğü Oğlak burcunda son günlerini geçirirken, bugüne dek gerçekleştirdiği yıkımlardan geriye kalan, zayıf ve titrek o son kolonu da yıkmak istiyor.
Mars oldukça zayıf; bu yıkıcı baskıya karşı koyma kudreti de, binayı terk edip gitme cesareti de olmadığı için, içten içe karşıyı suçlayan ve kendi içine kusan bir öfke ile bünyeyi zehirliyor.
Akrep’teki Güneş ve Ay’ı düzenleyen Mars’ın Yengeç’teki konumu, aidiyet ile bağlandığı, sadakatle beslediği, kendine sakladığı ve zaman içerisinde bir nevi koruma kalkanı yaptığı her ne varsa bunu kaybetmekten ölesiye korkan bir tutumu tarif ediyor. Kendi sonunu getirecek olsa bile!
Kökü geçmişe uzanan bu derin kaybetme korkusu, şimdi belki sessiz bir isyan olarak tezahür eden, gücünü inkar eden, yadsıyan, karşıya teslim eden, kişinin kendi kendine zarar vermesine, kendi sonunu getirmesine sebep olan hassasiyetleri ve zaafları olarak yansıyor. Manipüle eden, sömüren, içten içe çürüten bu zaafiyetin, bu göksel pozisyonda can yakması kaçınılmaz.
Akrep yalnızca çürüme-dönüşüm ve ölüm-yeniden doğum döngüsünü anlatmıyor; bunlardan da evvel en temel ve en büyük korkularımızla, özellikle de sahip olduklarımızı yitirmeye dair korkularımızla yüzleştiğimiz bir süreci temsil ediyor. Bizler ancak bu korkularla yüzleştiğimizde kabuk kırıyor, eski kabukları atıp yenileriyle değiştiriyor ve hatta hayatın sert darbelerine karşı kabuğumuzu sertleştirerek güçleniyoruz. Tıpkı ölüm gibi… kişisel felaketlerimizle de er ya da geç yüzleşiyor ve korkunun ‘ecele’ faydasının olmadığını anlıyoruz. En büyük zaafımız ve zayıflığımız, ondan kaçmak ya da ona tutunmak yerine bu kez onun gözünün içine bakmayı öğrendiğimizde, bir anda en büyük gücümüze dönüşüyor…
Yengeç’in korkuları ile Akrep’in korkularının kolkola girip dile döküldüğü böylesi göksel hadiselerde, sistem der ki, artık bu çocuk için büyüme vakti gelmiştir; içinde ur gibi büyüttüğü korkuları gerçeklik dünyasında öyle ya da böyle bir şekilde tezahür edecektir; çocuk bu korkularla krizler vesilesiyle karşı karşıya gelir, önce isyan ve inkara sığınarak ana rahmine dönmek ister, ancak eninde sonunda, ağlasa da zırlasa da bunu kabul eder ve kabul ettiği gün büyük bir eşik atlanır, kriz küçüle küçüle uzaklaşır, çocuk her şeyin geçici doğasıyla tanışarak bir nevi ruhsal bir neşterden geçer ve başkalaşır. Çocuk büyür, yara kapanmaz, ancak yepyeni bir anlam kazanır; kim bilir belki bir gün, o yaradan bir çiçek bile fışkırır.
İşte şimdi Akrep’in asit gibi çözen, yakıp, yıkıp, yok ederek yeni bir formda ‘yeniyi’ var eden kimyası, bünyeye ölümcül düzeyde zarar veren kanserli hücreleri yok etmek için çalışıyor. Pluto boş yere geri dönmedi Oğlak’a ve şimdi boş yere karşısında değil Mars’ın. Tamamlanacak bir iş var, bir hesaplaşma ve koyulacak bir son nokta. Şiron yeniaya apeksten gerilimli bir bakış atarken, gerçekten çok derin yaralarla yüzleştirildiğimizin bilincine varalım. Şiron Koç, benlik yaraları, tek başınıza yapamayacağınıza, savaşamayacağınıza ve savaşsanız da galip gelemeyeceğinize inandırıldığınız zamanlardan kalma bir iz, size ait olmayan ve sizi zehirleyerek iradenizi zayıf düşüren. ‘Yapamam’lardan ‘gayet de yaparım’lara bir geçiş, Şiron Koç’un Jüpiter destekli öğretisi.
Evet bu bir yeniay, yeniay yeni başlangıçlar demek ancak bu sallanan kolonun üzerine yeni bir kat dikemezsiniz, öyleyse yıkılacak! Bu dönemde ödemeniz gereken borçlar, size ödenecek olanlar ve yıkılması gereken binalar, kişiler, ilişkilerle ilgili akışta kalın. Başınıza ne gelirse gelsin, ülkede, evde, cepte, kalpte ne yaşanırsa yaşansın, bilin ki bir yerde bir borç ödeniyor. Zira yükselende Balık, ona yapışık bir Neptün ve bir de kocaman su üçgeni ile, olanları ve olacakları zihinle yönetmek nafile. Onun yerine “çekil aradan görünsün yaradan” diyen, “olacaklarla öleceklerin önüne geçemeyiz”i fısıldayan bir görünümle, bu bir kontrol yeniayı değil, zihnin bitmeyen hesapları da, çocuksu kaçış fantezileri de, kurban tiradları da yolumuzu aydınlatamaz şimdi.
Bu yeniay daha çok, üstümüze doğru kabararak gelen dev korku dalgalarına gülümseyerek nanik yapmak gibi, bu madde dünyasında da gönül havzasında da her şeyin ama her şeyin geçici ve dönüşen doğasını, elini tuttuğumuz çocuğa fısıldayarak, onu tüm korkularına rağmen cesurca dalgaların kalbine atarak, o korkutucu dev dalgalar yüzünü ıslatan birer su damlasına dönüşene dek bunu sabırla tekrarlamak, bu kaçınılmaz doğayı, korkunun bu sahte yüzünü kanıksayıncaya dek.
Bu yeniay, korkunun gözünün içine bakıp şunu söylemek gibi geliyor: “Ben bu oyunu çok iyi biliyorum ama artık oynamıyorum.”
Sevgiyle ve ışıkla🖤