“Limandaki gemi güvendedir ama gemiler limanda durmak için yapılmamıştır.”
David Kessler
2025’in ilk dolunayı, Yengeç burcunda, gerilemekte olan Mars ile kavuşumda gerçekleşiyor. Marsiyen bir dolunay bu evet, ama Mars hem Yengeç’te, hem de retro, dolayısıyla bu dolunay bizlere daha çok geçmişle ilgili bir yüzleşme getiriyor. Özellikle de, bizi bulunduğumuz yere, ülkeye, işe, ilişkiye ve kısır döngü olmuş birtakım sorunlara hapseden, ilerleme ve fethetme arzumuzu sabote eden ‘kaybetme korkumuz’ ile yüzleşiyoruz. Bir başına, mahrum ve sevgisiz kalma korkumuzla, dahası geçmişin, evin, yuvanın, bilindik ve alışıldık olanın emniyeti ve sonsuza dek bu emniyette kalabileceğimiz yanılsamasıyla yüzleşiyoruz… Hem ayın hem de Mars’ın deklinasyon dışı olduğu dolunayda, geçmişin, duyguların ve en derin korkularımızın taşkınları ile karşılaşmaya hazır mıyız?
Bu dolunay, bir süredir kendi kabuğuna saklanmış, geçmişin gölgesinde güvenle uyumakta olan bir yengecin, dışarıdan geldiğini sanıp tehdit gibi algıladığı bir sesle irkilip uyanmasını tasvir ediyor. Oysa duyduğu ses, dışarıdan gelmiyor. Şimdi onu ansızın uyandıran bu gürültü, kendi iç dünyasının yankısından başka bir şey değil ve kendi korkularını, illüzyonlarını, kabuğun dışında akıp giden hayata dair gerçekdışı kurgularını yansıtıyor.
Yengeç o kadar uzun süre, o kabuğun içinde, kendi korkularına sarılarak, kendi ezberlerini tekrarlayarak zaman geçirmiş ki, şimdi artık iyice devleşmiş bu korkular, kabuğun çeperini çürütüyor.
Bir evden çok bir kambur haline gelmiş bu kalın kabuğun dışına çıkıp, korkacak hiçbir şey olmadığını görmek yerine, yengeç daha da içine kapanıyor ve hayattan kaçınarak, hayatın onun için tasarladığı tüm ihtimalleri kaçırıyor. Yengeç, hayatın ‘tehditlerinden’ sakındığını düşünürken, asıl tehdidin ‘hayatı ıskalamak’ olduğunu göremiyor.
Yengecin ‘güvenlik’ namına göze alamayacağı hiçbir şey yok. Annesiyle kurduğu o ilk ilişkiden bu yana kendini içinde bulduğu tüm ilişkilerde hep o ana rahmi sıcaklığı arıyor. Bu ister bir iş, ister bir dostluk ister bir aşk ilişkisi olsun, aradığı tek şey samimiyet, aidiyet, koşulsuz sevgi ve sorgusuz sualsiz bir güven. Dışarıdaki uçsuz bucaksız ihtimallerin o kadar da önemi yok.
Ancak hayat, hiçbirimize, bu denli korunaklı bir alan sunmuyor. Çünkü hayatın dinamosu hareket, değişim, dönüşüm, ilerlemek… Varlığın amacı, aynı noktada sonsuza dek kök salmak, masum ama cahil bir varoluşu sonsuza dek muhafaza etmek değil. ‘Güvenli’ dediğimiz, o bir vakit sonra bizi ve tüm yaşam potansiyelimizi bir girdap gibi yutan mekanizmadan, tıpkı ana rahminden dışarı fırlatıldığımız gibi şutlanıyoruz vakti gelince…ki gelişelim, dönüşelim, büyüyelim, ödünç alınmış bu ömrün hakkını verelim. Kuzey Düğüm Balık’a, yani ‘teslimiyet öğretisine’ geçer geçmez gerçekleşen bu dolunay, hem Kuzey Düğüm’le hem de yöneticisi Neptün’le kurduğu telepatik etkileşimle, bize bu biricik ömre biçilmiş kapsamlı plana teslim olmayı hatırlatıyor.
Yengecin karşısında, tam da bu teslimiyetin zıttı niteliğinde, kendi planları dışında olup bitenleri pek tekin bulmayan ve yaşamı tamamen kendi otoritesiyle dizayn edebileceğine inanan Oğlak Güneşi duruyor. Ona baktıkça daha da içine kapanıyor Yengeç, dış dünyanın sert rüzgarları karşısında onun kadar güçlü ve yetkin olmadığına inanıyor. Dolunayın gelgiti, geçmiş hatıraları, travmaları ve hayal kırıklıklarını dalgalar halinde kıyıya bırakıyor. Onu zayıf düşüren bu dalgalara kafa tutmaya çalışan yengecin gücü yetmiyor, gücü yetmedikçe öfkeleniyor, öfkelendikçe direnci iyice azalıyor ve dalgalar onu yutuyor. Yutulmamak için her defasında kabuğuna kaçtıkça daha beter mağlup olup, hatıraların acı mahzenine gömülüyor, karanlıklar içinde uyuyor, uyuşuyor, unutuyor…
Oysa dışarıda, o çetin rüzgarlarda, geçmişin deli dalgalarında ve kabuğun dışındaki o akışta kaybedecek hiçbir şey yok, çünkü artık anlamalıyız ki aslında sahip olduğumuz hiçbir şey yok. Yaşamdaki her şeyin ama her şeyin gelip geçici doğasını kabul etmiyor; sözümona bir güvenlik nesnesine, bir çatıya, bir anneye, bir servete, bir ilişkiye, bir amaca, bir duyguya tutunup, kendi kabuğumuza saklanarak hayatın tüm rengini içinde saklayan hoyrat fırça darbelerinin bize dokunmadan geçip gitmesini bekliyoruz. Peki yaşam bunun neresinde? Bu yalnızca çocukça bir fantezi; hiçbir şeyin ona dokunmadan ve onu değiştirmeden teğet geçmesini isteyen, hep aynı, hep geçmişte ve hep çocuk kalmak isteyen yanımız, çok tatlı, çok anlaşılır ama ne yazık ki bir fanteziden ibaret.
Şimdi Mars&Neptün üçgeni her birimizin içindeki yengece sesleniyor; bizleri ilahi akışa güvenerek kabuğumuzdan çıkmaya, korkularımızla yüzleşip her birinin birer illüzyon olduğunu idrak etmeye davet ediyor. Evet, belki önümüzdeki bu belirsiz hayat, tüm beklentilerimizi karşılamayacak, hiçbir şey içimizdeki çocuğun talep ettiği ölçüde şahane olmayacak ancak hiçbir şey de kafamızda kurup büyüttüğümüz kadar kötü olmayacak. Kabuğun içinde kaldıkça cahilleşiyoruz; kendi gerçekliğimize ve potansiyelimize yabancılaşıyoruz; tekrar tekrar başa sarıp izlediğimiz o sahneler, bizi uyutuyor, uyuşturuyor. Bu dolunayla birlikte yengecin artık kabuğundan çıkması ve dış dünyayı tüm tehdidi, tüm gerçekliği ve tüm o güzel ihtimalleriyle görme cesaretini göstermesi gerekiyor.
Şimdi sızlanmak, şikayet etmek, içine kaçıp saklanmak yerine, cesaretle, inatla ve güvenle, kendimizi içine hapsettiğimiz yankı odalarının dışına çıkmanın, gerçeklerle yüzleşip, bir takım hesapları kapatarak ‘yola devam!’ demenin tam sırası. Güneş&Uranüs partil üçgeni, köklerinden ve korkularından sağlıklı biçimde ayrışabilmiş bir yetişkin, yani gerçek anlamda özgür bir birey olabilmenin kapısını aralıyor. Bu büyük yüzleşmeyi göze alabilenler, Güney Düğüm’le de birleşen büyük toprak üçgeninin desteği ile ‘yeniden doğarmış’ gibi zincirlerini kırabilir ve nihayet gemilerini o bin yıllık güvenli ama yosun tutmuş limanlardan, sonsuz keşifler ve ihtimaller denizlerine coşkuyla sürebilir.
O vakit sevgiyle ve ışıkla olsun💙
14.01.2025