“Sevmek isteniyorsa, etrafından dolaşılmaz. Onu kucaklama işi bir görevdir. Meydan okuyan bir görev olmazsa, bir dönüşüm de olmaz. Bir görev olmazsa, gerçek bir doyum hissi de olmaz. Hazzı sevmek bir şey getirmez. Gerçekten sevmek, kendi korkusunu yenebilen bir kahraman ister… Sevmek, her bir hücreniz “kaç!” derken, kalmak demektir.” Clarissa P. Estes
17 Ekim öğle saatlerinde, Koç burcunun 24 derecesinde son derece sert, yıkıcı ve ayrıştıran doğada bir dolunay gerçekleşiyor. Bir dolunay olmasına rağmen, geçtiğimiz Terazi tutulmasının devamı niteliğinde ve bizleri oldukça yormuş olan Koç-Terazi aksına dair 2024’teki son göksel olay olması bakımından oldukça önem taşıyor.
Bu dolunay da tıpkı son bir senedir yaşadığımız tutulmalar gibi, ilişkilerle ilgili karar vermemiz için baskı yapıyor. Ancak şimdi tutulmalar Başak-Balık aksına geçerken, karar vermek, netleşmek ve hatta geçtiğimiz tutulmanın söylediği gibi ‘bırakıp gitmek’ zorlaşıyor… Önümüzde 2025’e dek uzayan bir Mars retrosu ve onu takip eden Venüs retrosu varken, bu belirsiz ve gelgitli hal uzayacak, düğümler kolay kolay çözülmeyecek gibi gözüküyor.
Dolunay haritasında, Terazi’deki Güneş Juno ile, Koç’taki Ay Şiron ile sarmalanmış, birbirlerine meydan okuyor. Bu müthiş sembolizma, tüm bu yıpratıcı tutulmalardan sonra iplikleri pazara çıkan, çerçöpü kapıya yığılan, artık iyiden iyiye kısır döngüye girmiş ama bağlılık/bağımlılık zincirini bir türlü kıramayan ilişkilerde birbirine diş bileyen tarafların gerilimini yansıtıyor. Ancak öte yandan, yine bu müthiş sembolik, sanki içimizde yaşayan birbirine zıt iki istencin, adeta iki farklı kişiliğin çarpışmasını ve birbirine meydan okumasını tasvir ediyor: biri ‘ben her şeyimi adadım, bırakamam’ derken, diğeri ‘önce bunların hesabı sorulacak, sonra gideceğim!’ diyor.
Dolunayı kendi düşüğündeki Mars yönetiyor. Mars Yengeç, her türden duygusal çatışmada, zarar görmemek adına verilen dolambaçlı reaksiyonları ve içine atıp küsen ancak bir anda patlayan sağlıksız bir öfkeyi işaret ediyor. Dolunay – Pluto ve Mars arasında oluşan büyük öncü karesi, kişilerin yoğun bir dürtü ile yıkmak istediği, ancak cesaret edemeyip kendini bastırılmış bir öfke ile içine hapsettiği bir cendereyi çağrıştırıyor. Öyle bir cendere ki, içinden çıkmak için bu dört duvarı buldozerle yıkmak gerekiyor. Jüpiter Mars paraleli bu pasif agresif çözüm yöntemleri konusunda abartı verirken, Pluto, günü geldiğinde her şeyi masaya döküp, buldozer görevini üstlenmek için delil topluyor.
Kendi zararında, şüphede, kuruntuda, kendini yiyip bitiren Venüs anaretik derecede, Uranüs’le karşıtlık kurarken, yıkıp gitmek, özgürleşmek, uzaklaşmak istiyor, ancak bir yandan Neptün’le kurduğu üçgen, bir yanıyla affetmek, bağışlamak, her şeyi unutup sil baştan başlamak istiyor. Şizofrenik bir ikiye bölünme var ruhlarda, bir yanı kalmak ve olanı olduğunca sürdürmek, bir yanı yıkıp gitmek istiyor ve başka yol, bir orta yol olabileceğini göremiyor. Toprak elementinin hiç olmadığı bu haritada, ayaklar yere sağlam basmıyor ve kökleri derinlerde sanılan ilişkilerde kökü kurutmuş güvensizlikler artık fazlasıyla irrite ediyor. Ancak fevri çıkışların bedeli şu an farkında olunmasa da, çok ağır olabilir.
Peki göremediğimiz bu orta yol ne?
Dolunay haritasında, henüz ilk derecelerde Kova burcu yükselmekte. Yöneticisi Satürn, haritanın tepesinde tek başına duran Merkür’le bağlantı kuruyor, bizi Merkür’e götürüyor. Tüm bu tantanayı geri planda izleyen ve akıl yürüten Merkür, aslında ‘ben-biz’ hattını gergin bir açıyla sağlıklı bir iletişime zorluyor. Merkür bu haritada adeta, çatışan iki kişinin arasına girip orta yolu bulmalarını sağlayan tarafsız bir ‘hakem’ görevi görüyor. Duygusal, dürtüsel ve vurkaç tepkiler yerine, akılcı, mantıklı ve olanı olduğu gibi değerlendiren objektif bir iletişime ihtiyacımız var. Kalıp yok saymak da, yıkıp gitmek de makul bir çözüm gibi gözükmüyor.
Bugünlerde ilişkileri gözlemliyorum, danışmanlıklarda kapım sıklıkla ilişkiler üzerine çalınıyor ve görüyorum ki, ilişkiler adeta bir anafora kapılmış, ne batıyor, ne çıkıyor; adeta kör bir sarmalın etrafında kendi çevresinde dönüp duruyor; bir görünüp bir kayboluyor; her yeni sabah yeni sözler, yeni kararlar alınıp, ertesi sabah vazgeçiliyor. Ezberlenmiş ifadeler, kendini kandırışlar, kurban psikolojisi, ‘yapılması gerekilenler’, ertelemeler, yok sayıp uyumalar, kalbin mantıkla hizasızlığı ve bu hizasızlığın yarattığı huzursuzluk, içsel teraziyi bir türlü dengeleyememize sebep olurken, önemli bir bakış açısını da gözden kaçırdığımıza işaret ediyor.
Gücün, iradenin ve cesaretin ‘gerçekte’ ne olduğunu düşünüyorum; bunu bize gözüpek Koç’tan daha iyi kim anlatabilir? Güneş’in yani ‘ben’ duygusunun yüceldiği Koç burcunun, karşılıklı uyum adına ‘ben’ duygusunu bir adım geriye çeken Terazi ile olan karşıtlığı, belki de esas gücün, kişinin kendini ilişkilerden soyutlaması değil, anaforlar belirdiğinde onlara kapılmak yerine, kendi merkezinde kalabilmesi olacağını söylüyor.
Kendi merkezinde kalmak ve kendi kalbinin pusulasından şaşmamak… En çetin fırtınalara, en güçlü alaboralara, o kaçınılmaz anaforlara rağmen…
Düşünüyorum; gerçek güç, işler yokuş aşağı gidince kapıyı çarpıp gitmek mi? Yoksa kalıp iki kişinin eseri bu vaziyetle yüzleşmek mi?
Gerçek güç,
-‘Böyle yapmalısın!’ diyen dış sesleri dinlemek mi? Yoksa kalbinin fısıldadığı doğruları takip etmek mi?
-Fırtına koparken, ardına bakmadan kaçmak mı?Yoksa sakince bekleyip, sana ait olanı korumak mı?
-Susmak, alttan almak, üzerine uyumak mı? Yoksa yüzleşmek ve karşılıklı kabule alan açmak mı?
-Gözünü kulağını kapatıp suçlamak mı? Yoksa, derin ve özgürleştirici bir idrak için çabalamak mı?
-Haklı olmak, haklılığını savunmak mı gerçek güç? Yoksa haklı-haksız olmayı bir kenara bırakıp sevgiyi merkeze koymak mı?
Belki bu anaforun amacı, bizi ve ilişkilerimizi yutmak değil, yalnızca ‘dönüştürmek’tir. Belki gerçek güç, bu dönüşüme cesurca izin vermektir.
Sevgiyle ve ışıkla💙