“Hiçbir şey çökmez. Dünya da çökmez. Yaşam hiç durmaz. Çöken şey sevdiklerimize, ideolojilerimize, kendimize dair fantezilerimizdir. Fanteziler hep mükemmellik’ler ve muhteşemlik’ler içerir. Hayata çarpa çarpa eğilir, bükülür ama bir biçimde hepimiz kuyruğu dik tutacak bir yol buluruz. Telaşa lüzum yok. Asıl mesele bize güvenenleri, bize güvenerek yola çıkanları yarı yolda bırakmamakta… Bir ömürden geriye ne kalır ki zaten, yolculuk sırasında yaşananlar olmasa?” Agâh Aydın
Yorucu bir kışı geride bıraktık.
Yazın ilk demlerinde olsak da, yerelde ve globalde süregelen yıkıcı gündemler, yazdan beklenen hafifliği ne yazık ki sunmuyor.
Pluto’nun Kova’ya tam anlamıyla ‘yerleşmesi’ ile 2025, ‘sıradan insanlar’ için son derece boğucu etkilerle başladı. İnsanlık, bir avuç muktedirin şeytani avuçlarında can çekişiyor. Oysa onlar da, son virajda olduklarını biliyor; bu nedenle acele edip vites artırıyorlar.
Pluto, her zamanki gibi, ‘ölmeden ölünüz’, diyor. Pluto süreci, önce aciz bırakıp yere düşürüyor, sonra güç verip yerden kaldırıyor. Özgürlük bir kuş gibi gelip omzumuza konmuyor bu süreçte; önce hapsolmuşluğun sancısını sonuna dek hissetmemiz gerekiyor.
Değişimin kilidi, umduğumuz gibi bir günde kırılmıyor; kapısından tek seferde geçilmiyor.
Bazılarımız, bu kapıdan kolayca geçileceğine ve ardında parlayan ışığa birden kavuşulacağına inanıyor; öyle olmayınca da umutsuzluğa gömülüyor. Bazılarımız, değişimin sancılı doğasına aşina, o nedenle kapı altından sızan en ufak bir huzme dahi umutlarını yeşertiyor. Bazılarımız mutlak dönüşüme inancını yitirmiş, elindeki iki tutam huzmeyi de karanlığa teslim ediyor.
Yarın gerçekleşecek Yay dolunayı, Mars ve Uranüs baskısıyla, patlayıcı gündemler getirse de, öte yandan bize o iki tutam ışık huzmesini yakalayıp, göğsümüze koyup, yola kaldığımız yerden devam etmemizi söylüyor.
Büyük resim… Yay burcu ve yöneticisi Jüpiter’i en iyi bu tabir tarifliyor. Detaylara gömülüp, fani dertlerle boğuşurken, bir iki adım geriye çekilip vizörü genişletmek, hayatın çekirdeğinde alev alev yanan ateşe kapılmadan, oluşun resmini, olanca çıplaklığıyla görebilmek…
Bir anahtar deliğinden bakıp yorum yaptığımız şu hayatta, henüz belki trilyonda birini idrak edebildiğimiz bu dev okyanusun derinlerinde gömülü gizli anlamları fark edebilmek ve sezebilmek her şeyin bu kadarcık olmadığını…
İşte bu yüzden, karşıtı İkizler kaygı ve vesvese içerisinde zihin alanında debelenirken, Yay bu yolculukta her şeyin yolunda ve planlandığı şekilde milimetrik bir nizamda gerçekleştiğini bilen keskin bir inanç alanında yol almakta ve bu bilginin ona yüklediği ‘umutla eyleme geçme’ görevini asla boşlamamaktadır…
Çünkü, hiçbir şey çökmez. Hiçbir şey ölmez. Hiçbir şey kaybedilmez; hiçbir şey kazanılmaz da.
Önemli olan tek şey yolculuktur; bu yolculukta kendi yasamıza sonuna dek sadık kalabilmek, yeri ve zamanı gelince bırakılması gerekeni zarafetle bırakabilmek, mükemmellik sanrısından azade esneyebilmek ve öğrendiklerimizi sürgit bir ölüm-yaşam-ölüm döngüsünün sonraki adımına iyice sindirilmiş vaziyette taşıyabilmektir.
Yaşam yolculuğu, adına tekamül dediğimiz, döngüsel bir yolculuktur. Önü, sonu, arkası, bir finiş çizgisi yoktur. Sonsuz bir zaman çizelgesinde kazananı ve kaybedeni olmayan bir döngü bu. Doğumda olmasa da, ölümde kaçınılmaz şekilde eşit oluşumuz, tam da bu yüzden işte.
Şimdi tüm küskünlüklerimize rağmen, elimizde bir ışık, bir meşale, alev alev yanan bir kalp var, adı ‘umut’. Ama boş değil… İnandığını bilmekten, bildiğine inanmaktan ve en önemlisi harekete geçmekten yeşeren bir umut bu. Yay, bilginin ve inancın hareket etmesi, yayılması, yer değiştirerek çoğalması demektir.
Bu yol, salt ‘inanmakla’ yürünmez; bilmek lazımdır. Yay, karşıtı İkizler’den rasyonelliği ve dualiteyi öğrenmeli, sezgilerini bilgiyle sentezleyerek ilerlemelidir.
Her şeyin çok güzel olacağına inanmak da, her şeyi en ince detayına dek öğrenip planlamak da yetmez, her ikisi de eyleme dönüşmelidir. Gerçek bilgelik, sözlerde ve niyetlerde değil, eylemde ortaya çıkar ve Yay işte bu bilgelik meşalesini nesilden nesile taşıyacak prensiptir.
Şimdi Mars-Uranüs karesi keskin bir kılıç gibi tepemizde sallanırken, umudun gerçekte ne olduğunu anlamaya davet ediliyoruz. Üzerinde yürüdüğümüz bu yolun kontrol edilemez olduğu aşikar ve bugün mutlak güçle zehirlenip dünyayı zehirlediğini düşündüklerimiz, bizde de saklı olan güç ve kontrol deliliğini anımsatmalı bize. Her şeyi korunaklı bir çekirdeğe kitleyip olduğu haliyle muhafaza etmeye ayıracağımız bunca enerjiyi, yaratıcı eyleme dönüştürmek elimizde.
Dolunayı yöneten Jüpiter, şimdi en sevdiği yerde. Kalbimizin, bizi uçurumlara ittiği halde, tam düşerken son anda tutup çekiveren öncü ve şiddetli şefkatini anlatan Yengeç’te, Güneş’i yöneten Merkür’le beraber, zihnin ve kalbin bilgeliğini birbirine mühürlüyor. İstediğimiz tam da bu değil mi zaten? Göğüs kafesinde yanan o meşaleye hem kalbini hem mantığını koy ve düş peşine bu alev alev ışığın, cesaretle.
“Dinle beni canı sıkkın: Canını sıkma. Tetikte ol ama sakin dur. Bak göğsüne; bu da geçecek. İçine en ferahından bin bir nefes dolsun bu gece… Bugün ne istemediğini anlıyorsun, yarın ne istediğini anlayacaklar. Gecenin elleri var; çayın demine bile iyi gelen… En güzel yarının şu an demleniyor.” Ozan Önen
Ay, Mars ve Şiron’un yarattığı büyük ateş üçgeni, şimdi yaralarımızı saracak olanın, göze alınarak atılacak cesur eylemler olduğunu işaret ediyor.
Şimdi, tüm hücrelerinle bu sonsuz hayat döngüsüne en iyi şekilde katkıda bulunmaya, yasalarına sadık kalmaya, inatla doğrularına sarılmaya ve yüreğinde uyanan umudu korumaya and iç! Yargının keskin kılıcını kır, sevinmeyi ve kahrolmayı, duygular denizinde uçtan uca savrulmayı bırak! İnandıkların ve bildiklerin peşinde, yola çık artık…
Bu dünya, bu yol, bu yolculuk, hiçbir zaman mükemmel olmayacak. Mükemmel olan, kalbimiz, aklımız ve umudumuzla ortaya koyduğumuz eylemlerimizdir yalnızca.
Her daim yolda kalanlara, umudunu koruyanlara, şimdi ve burada o büyük resmi görenlere…
Sevgiyle ve ışıkla💛
11.06.2025