Güneş-Pluto kavuşumu ve Ay-Pluto karşıtlığı ile güç istencinin doruk noktasında bir dolunay yaşıyoruz. Gökyüzünde, bilincin ve bilinçdışının birbirine tezat duran arzularını ego ışığıyla hayatımıza yansıtan Ay, hem sınır dışı, hem ateş elementinin tek taşıyıcısı – dolayısıyla bugünlerde cesaretin ve coşkunun abartılı nümayişi söz konusu olabilir. İlişkilerde, hedeflerde ve diyaloglarda ‘herşeye muktedir’ abartılı bir büyüklük hissi ruhu sarabilir.
Aslan’daki Ay ve Kova’daki Güneş’in karşıtlığına Jüpiter karesi eklenerek, bu hissi kontrol dışı bir taşkına çevirmeyi vaat ediyor. Bu taşkına kapılırsak, bizi nereye götürür, sonra nerelerde unutur bilinmez…
Halbuki Venüs, Jüpiter ve Satürn’ün kurduğu uçurtma, bizi çok daha sağlam ve kalıcı bir başarı dağının tepesine kondurabilir. Eğer egonun bu dev dalgalarına kapılmazsak, Vega etkili Merkür-Mars ile yükselen ve Uranüs arasında oluşan büyük toprak üçgeni, yüreğimizden geçen o en büyük arzuyu gerçekleştirme yolunda önümüzü açabilir.
Jüpiter’in bu göksel konumdaki ‘ego köpürtücü’ etkisini düşünürken, insanın bu gezegende kendini var etme çabası aklıma düşüyor. Zira bu varoluş çabasında ego en büyük itkimiz, yakıtımız, sebebimiz oluyor. Aslan da Kova da, karşıt uçlarda aslında hep bir ego inşası için var oluyorlar; biri bireysel egoya, öteki toplumsal egoya hizmet ediyor. Kova, “ben sizin için varım” diyerek ve kendini dünyanın merkezine adayarak var olma çabası gösterirken; Aslan, “siz benim için varsınız” diyerek ve kendini dünyanın merkezine oturtarak tezahür ediyor.
Kova, geleceğin dizaynına, Aslan bugünün mücevherine adanıyor.
Zihnim, tam da dolunayın yansıttığı bu ikilemle hizalanıp, bu ikiliğin kesişim kümesini düşünürken, aklıma Nazım Hikmet’in dizeleri geliyor:
“Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.”
Yürek…
Aslan, yürek demek.
Bütün iş yürekte…
Yüreğini önce görmekte, sonra takip etmekte. Yüreğini köpürten o tutku öznesini bulabilmekte. Onun peşine düşecek cesareti gösterebilmekte bütün iş, belki de…
Bir aşk, bir çocuk, bir merak, bir zevk… tutkun ne? Seni bu hayatta, bu yolda, bu yolculukta tutan, bu dünyaya mıhlayan, her türlü zorluğa rağmen devam ettiren ne?
Tutkun ne?
“Mesela bir barikatta dövüşerek
mesela kuzey kutbunu keşfe giderken
mesela denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?”
Yüreğinde cayır cayır yanan tutkunun peşinden giderken ölmek, en yüksek mertebe olsa gerek. Damarlarından taşan bu esrimenin, bir başkasının ruhuyla hemhal olması, onu beslemesi ve yaşatması, varılabilecek en üst zirve olsa gerek.
Senden çıkıp, seni aşıp, başkalarına değdiği an ona çiçek açtıran ne, düşün?
Tutkun ne?
İnsanın kendini var etme çabasına geri dönecek olursak…
Bu sonlu ama sonsuz dünyada egoya ve hırsa yenik düşmek, belli ki tutkunun alevini söndürüyor. Yalnızca ‘almakla’ ilgilenen ve hırsıyla yaşlı dünyayı ezip duran koca ego simsarlarında da, altında ezildiği halde hırsla onu taşımaya devam eden Atlaslarda da kendimi bulamıyorum ben.
Bana ne kendini yücelten, ne de feda eden,
hatta kendinin kim olduğunu bile zaman zaman unutacak denli kendini önemsemeyen,
egodan değil yürekten beslenen bir tutku lazım.
Tutkumun bir işe yaramasıyla da, alkış almasıyla da, ödül toplamasıyla da hiç mi hiç ilgilenmiyorum.
Tutkularım, bir başkasına yarayacak diye onların kölesi olmayı asla istemiyorum.
Tutkumun beni ya da bir başkasını yakmasını değil, ısıtmasını istiyorum.
Belli ki mesele ikisinin ortasını bulmakta. Belli ki mesele, tutkumun bana bir borcu ya da benim bu dünyaya bir tutku borcum olduğu yanılsamasından kurtulmakta!
“Tahir’i Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?”
Sevdanın bilançosundan bağımsız bir Tahir olmak, sadece tutkunun peşine düşmek, yüreğindeki ateşin harını anca böyle, anca
bu ab-ı hayattan kana kana içerek dindirmek
ve bu ateşin tüm zorluklara rağmen, seni hala bu yolda, bu yolculukta tutması adına, tutkunu bul!
“Yaşadım!” diyebilmek adına belki de…
Sevgiyle ve ışıkla🤎
Art: @aiinthekitchen
25.01.2024