“Küçük hakikatin berrak sözleri vardır.
Büyük hakikatin ise mükemmel sessizliği.”
Rabindranath Tagore
İlişkilerde neyin doğru neyin yanlış olduğunu, neyi isteyip neyi istemediğimizi çözemediğimiz bir dönemden geçiyoruz. Ay düğümleri ilişkiler ekseni olan Koç-Terazi aksında ilerliyor. Venüs retrodan henüz çıktı ve daha toparlanamadan Uranüs’le çarpışmaya gidiyor. Yarın öğle saatlerinde yaşayacağımız Koç Dolunayı ile ilişkilerde büyük yüzleşmeleri tetikleyecek bir “Tutulmalar Mevsimi” başlıyor.
Evet, böyle bir atmosferde, hayatımızın ilişkisel alanlarında, kafamız, algımız, düşüncelerimiz karışık. Doluya koysak hep taşıyor da, boşa koyduklarımız asla dolmuyor. Bazen ne yapsak da olmuyor. Hüküm giyiyor, ama suçumuzun ne olduğunu bilmiyoruz. Alma-verme dengesi dediğimiz şu tartı sanki bir bize bozuk, bize gelince asla çalışmıyor. Birileri sadece almaya güdülenmiş, vermeye gelince yok oluyor. Birileri kendi hatalarını örtbas etmek için bizi karalıyor, yeriyor, yok sayıyor, görüyoruz. Görüyoruz da… gidip gözünün içine bakamıyoruz. Gerçekleri heybemizden çıkarıp, üzerine üzerine yürüyemiyoruz.
Patlamaya hazır ama eli kolu bağlı bu dolunayda tavan yapan duygular bunlar işte… Koç’taki dolunayın enerjisi, tam da ipini koparıp kaçmaya çalışan bir koç gibi… Koçun ipini tutansa kararsız, cesaretsiz, ipi bir sıkıyor, bir gevşetiyor. İp gerildikçe koç geriliyor, daha da öfkeleniyor, o öfkelendikçe ipi tutan, bir gün o ipi salıverirse olacaklardan korkuyor.
İlişkilerde büyük bir kısır döngü, sıkışmışlık, haksızlığa karşı susmaktan tıkanmış bir boğaz, birikmiş derin bir öfke ve ne kadar bağırırsa bağırsın sana sesini duyuramayan bir iç bilgelik var…
Söz geçirilemeyen bir çaresizliğin var. Ne deseler boş geliyor.
Ruhun belki küçük hakikatlere kulak verip kendini uyutacağına, sessizliği dinlemeyi bir bilse, ona şarıl şarıl akacak büyük hakikatlere gün geçtikçe sağırlaşıyor.
Asla dinlemiyorsun… KENDİNİ.
Tüm manipülasyonlara, suçlamalara, karamsar senaryolara, göz korkutmalara, iki arada bir derede bırakmalara, seni haksız ve hakikatsiz bir seçim yapmak zorunda bırakanlara karşı dik durmanı söyleyen o sesi…
İpini tutan kim olursa olsun, o ipi sağlam bir irade ile tek celsede koparıp, bu sahte oyundan çıkabileceğini, gerçek varoluşuna doğru -gerekirse bir müddet tek başına- koşmanın yeniden doğumun olacağını, aslında ipinin tutulmasına da, onun bırakılmasına da ihtiyacın olmadığını ve kendi hür iradenle var olma gücünü kimseye borçlu olmadığını kulağına fısıldayan o sesin sözlerini…
Senin bir suçun olmadığını, ancak hataların varsa bile çözümün asla bu tavır, bu muamele, bu yol olmadığını, böyle bir bağ, bedel, karma, hakediş olamayacağını, sana inatla ve ısrarla BURADA BİR YANLIŞLIK OLDUĞUNU haykıran o sözleri…
Asla dinlemiyorsun.
Tüm suçu, sebebi, günahı, hatayı kendine biçmekten vazgeçmiyorsun.
Neden seni koruyan bu sesi değil de, başkalarının kendi çıkarlarını kollayan seslerini duymayı seçiyorsun?
Neden kendi bilgeliğini küçümsüyor ve başkalarının görüşlerini bu kadar yüceltiyorsun?
Neden ta içten gelen bu hakiki bilgi yerine
dıştan dayatılan çarpık vaazlara kulak veriyorsun?
Neden kendine güvenmiyorsun; istersen o ipi koparıp atıp, ipi tutanı da bir celsede yere yığabileceğine, neden inanmıyorsun?
Neden muazzam ve eşsiz varlığının tek başına, sağlam bir irade ile müdanasızca hayatta kalabileceğine, kendi için doğru seçimler yapabileceğine, gerçekten istediği gibi bir hayat yaşayabileceğine inanmıyorsun?
Neden her kim olursa olsun, eğer sana haksızlık yaptığına eminsen, bu eminliğin ardında dimdik duramıyorsun?
Neden başkasının bahane, özür ve savunmalarını, onlar adına sen yapıyorsun?
Neden mutluluğuna dair seçimleri başkalarının inisiyatifine bırakıyorsun?
Neden şimdi, büyük hakikatlerin o mükemmel sessizliğine sığınıp, şimdi, burada ve hemen, kalbinin ve içinde yaşayan o bilgeliğin sesini duymaya ve ARTIK birazcık da onun sözünü dinlemeye karar vermiyorsun?
Neden… ve şimdi değilse ne zaman?
29.09.2023