“Herşey değişir.” Suzuki Roshi
Sabaha karşı Kova burcunun 19 derecesinde bir dolunay yaşayacağız.
‘Ben’ diyerek kendi yolunda gitmek ile ‘biz’ diyerek birlikte yürümek arasında bir denge arayışı içeren bu dolunay, ay düğümleri ile oluşturduğu büyük sabit kare sebebiyle, son bir haftadır bir çoğumuzun ‘kutuda’ hapis hissetmesine neden oldu.
Bazılarımız beklenmedik gelişmelerle gelecek projelerinin, hayallerinin ve ilişkilerinin riske girmesine tanıklık etti. Satürn ve Mars’ın zorlayıcı açıları ile Uranüs’ün de başrolde olması, sizi aniden ve elinizi kolunuzu bağlar biçimde uyandırmış olabilir. Uyandınız ama yataktan doğrulamıyorsunuz. Dolunay sonrası Güneş – Satürn karşıtlığının aktif olması ve Mars’ın da tutulma derecesine gelmesi ile bu ‘karabasan’ etkisi artabilir. Dolunayın bizi hapseden bu ‘kare kutuyu’ mahşerin dört atlısı dediğimiz sabit burçlar arasında oluşturması da, sorunun ümit ettiğimiz hızda çözülmeyeceğine, hatta çözümün büyük oranda bizim adaptasyon yeteneğimiz ve sabrımıza bağlı olacağına işaret ediyor.
Dolunayı yöneten Satürn bir de ayla kavuşmuş, tüm bu olanlardan alınacak ders neyse, hiç erinmeden artık bunu idrak etmemizi şart koşuyor.
Kutudan çıkmak istiyorsak, ‘kutunun dışında’ düşünmeliyiz.
Zihnimizdeki köhne fikirleri temizleyip yeni bakış açılarına yer açmalı, zincirlerimizi kırmaya razı olmalıyız, çünkü avcumuzda sandığımız o zincirler boynumuzda şimdi. Ezberlerimiz, şimdi, burada, bu halde işe yaramayacak. İsyan ve kurban hali ise hiç çözüm yaratmayacak.
Bu kutudan, farklı yollar denemeye gönüllü, hiç bakmadığı yerden bakıp yön, yol, yöntem değiştirmeye açık, işe yaramayanı arkada bırakmaya cesareti olanlar çıkacak: Uranüs’ün hakkından Uranüsyen akıl gelir.
Başak’ta son derece analitik ve güçlü çalışan Merkür’ün Uranüs’le muazzam teması çıkış yolunu gösteriyor zaten: Vizyoner ve akılcı olmak, şu an olup bitene bakıp da erkenden yargıya varmamak, sabırla bir sonraki hamleyi beklemek ve bunu yaparken sisteme sonsuzca güvenmek bizi bu cendereden çıkaracak.
Zen ustası Lao Tzu’dan harika bir hikayeyi paylaşarak yazımı bitirmek istiyorum. Bilenler de hatırlayıp gülümser belki:
“Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. “Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı” dermiş hep.
Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: “Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler. İhtiyar: “Karar vermek için acele etmeyin” demiş. ”Sadece at kayıp” deyin, çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler.
Babalık demişler, sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil, adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var!
“Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. “Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden “Bu herif sahiden gerzek” diye geçirmişler.
Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul, şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.
Köylüler gene gelmişler ihtiyara “Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler.
İhtiyar “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş. ”O kadar acele etmeyin, oğlum bacağını kırdı, gerçek bu, ötesi sizin verdiğiniz karar. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.”
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almış. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini, ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler. “Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer!”
“Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. “Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var, benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor.”
“Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp, tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”
12.08.2022