“Uyanma vakti geldiyse, bir uyandıran olur elbet. Kimine Hızır, kimine uçan kuş, kimine biten ot, kimine açan çiçek, kimine akan su, kimine dilsiz taş…” Tapduk Emre
Bu akşam gerçekleşecek olan Kova dolunayının anlattıklarını 1 haftadır yoğun biçimde yaşıyor; toplumsal gündemimizde capcanlı gözlemliyoruz. Uranüs, Mars ve Satürn hakimiyetinde olduğu için, baskı, yasak, engel, deprem, salgın, yangın, şiddet ve isyan gündemleri, ‘beklenmedik, ani, öngörülemez, yıkıcı, düzen bozucu’ ama öte yandan da ‘özgürleştirici’ bir tonda hayatlarımızda görünür oluyor. Bu dolunay, Dünya’ya yakınlığı sebebiyle çok güçlü hissedilecek ve bireyleri olduğu kadar toplumları da adeta bir tutulma şiddetinde güçlü bir dönüşüm sürecine sevkedecek.
Kova burcu hem toplumlarla ve toplumun gelişimi için gerekli olan devrimlerle; hem de toplumun en küçük yapıtaşı olan bireyin topluluklar içerisindeki hak ve gücünü fark edip kişisel devrimini gerçekleştirmesi ile ilgilidir. Bu dolunayla beraber, haritalarımızın aldığı etkiye bağlı olarak, özel hayatlarımızda bize zincirlerimizi kırdıracak denli güçlü sarsıntılar yaşayabiliriz ancak çok daha geniş ölçekte, içinde bulunduğumuz toplumu ve kolektifi dönüştürecek sarsıntılar beklememiz daha makul olacaktır. Bu dolunay, gerçekten de hem kolektif hem kişisel anlamda, şimdiye dek ekilenin görünür biçimde biçildiği, belki doğduğunuz günden beri sizi hapseden zincirlerinizin bir anda kırılıp ruhunuzun kuş gibi özgürleştiği bir sürece eşlik edebilir.
An haritasına baktığımızda, Aslan’daki Güneş ile Kova’daki Ay arasında gerçekleşen bu dolunayın yöneticisinin Uranüs ve Satürn olduğunu görüyoruz. Yükseleninde Koç burcu bulunan haritanın yükselen yöneticisi ise Mars. Satürn ve Mars astrolojide malefik olarak adlandırılır; sistemin bu kötü namlı çocukları, insanoğlunu hizaya getirecek sıkıntılar, kıtlıklar, savaşlar, engeller ve sorunlar yaratsa da asıl mesele bunlardan mücadele ve çaba ile çıkarak, deneyimin içinden geçerek tekamül etmektir. Uranüs ise, Fransız Devrimi döneminde keşfedildiği için doğal olarak beklenmedik anda patlak veren ve bir devri kapatıp bir devri başlatacak denli köklü değişime sebebiyet veren olayları temsil etmektedir.
Şimdi bu dolunayın iplerini tutan bu üçlü, insanı kıskıvrak yakalayıp değişime zorlayan bir açı kalıbı olarak nitelendirdiğimiz T-kare açı kalıbı içinde yer alıyorlar. Üstelik Uranüs, halen 27 derecede Algol sabiti ile kavuşumda, dolunaya partil kare yaparak öngörülemez ve yıkıcı bu enerjiyi ‘yıpratıcı’ biçimde açığa çıkarıyor. Üstüne üstlük bu açı kalıbı sabit burçlarda yer aldığı için, “inat ediyorsan ve inceldiği yerden kopmuyorsa, ben onu kopartmayı iyi bilirim” diyen bir üslupla yol alıyor!
Teknik bilgiler sizi yormasın. 1 haftadır bu denli ‘yakın plan’ deneyimlediğimiz için zaten bu göksel dizilimin ne anlama geldiğiniz hepimiz çok iyi anladık; öte yandan sürekli yazıldı, çizildi ve konuşuldu. Hatta bir önceki gönderimde, bu dolunaydaki konfigürasyonun 6 Şubat ve 17 Ağustos depremleri öncesi gerçekleşen göksel olaylarda rastladığımız dizilime benzediğini yazmıştım; dileyen o yazıya da göz atabilir (Bkz: Köpekler, İnsan, Algol ve Günümüz). Aslında bu dolunayla beraber kapıyı tıklatan bu gündemlerin, esas görünürlüklerine 17 Şubat 2026’da Kova’da aynı derecede gerçekleşecek Güneş Tutulması ile birlikte kavuşacaklarını söylemek mümkün.
Göklerde adeta felaket kuşları uçuşuyor. Bizler, tepemizde lanet okur gibi çığlık çığlığa dönüp duran bu kuşlara bakıyor, ürküyor, taş atarak onları kovmaya çalışıyoruz. Oysa bu kuşlar, çok özel bir amaçla orada. Bizler, üzerine güvenle yerleşip bir güzel de mülkiyet edindiğimiz bu toprakların üzerinde çok derin bir uykuda uyuyor, idealize ettiğimiz hayatın ve gelecek güzel günlerin rüyasına dalmış, etrafımızda olup bitenden habersiz, deliksiz bir uyku çekiyoruz. Felaket kuşu tepemizden uçtuğunda dahi uyanmıyor, altımızdaki toprak ana öfkeyle sarsılıp ortadan ikiye ayrılınca anca yerimizden zıplıyoruz. Toprak eski sükunetine kavuştuğunda ise, aynı hızla uykuya geri dönüyoruz.
Bazılarımız, denizde keyifle, aheste aheste yüzüyor, diplerden yükselen öfkeli dalgaya aldırış etmiyor, pike yaparak dikkatini çekmeye çalışan felaket kuşunu lanetleyip, kafasını suya sokarak kaçmaya çalışıyor. Ancak bir anda yükselen tsunamiyle birden savruluyor, dalgalarla boğuşup yitip giderken bile hala hiçbir şeyin farkına varmıyor.
İşte hayatımız, bunun gibi irili ufaklı depremlerle, tsunamilerle, fırtınalarla dolu… Tıpkı yaşamımızın altını üstüne getiren bir doğa felaketi gibi, ondan ders almaya ve farklı yollar deneyerek onu yönetmeye odaklanacağımıza, çoğu zaman görünmez düşmanlarımızı suçlamaya devam ediyor, sadece kaderi ve tepemizde dönüp duran şu felaket kuşunu sorumlu tutarak, yaşamımızı evrimleştiremeden sonlandırıyoruz.
Oysa biz bu hayata tekrar tekrar aynı döngüleri yaşamaya, aynı hataları yapmaya ve aynı uykuları uyumaya gelmedik. Hayat tekrarı sevmez. Sükunet ve istikrar kadar devinim ve dönüşüm de bu hayatın en doğal parçası ise, birine tutunurken diğerinden kaçmak bizi kurtarmaz. Bizi evlerimiz, arabalarımız, sigortalarımız, alyanslarımız, arsalarımız ve çocuklarımız kurtarmayacak. Öğrenilmesi gereken öğrenilecek. Peki ne yapmalı? İlla ki uyanacağız bu uykudan, ama öyle ama şöyle. Peki ne yapmalı, bunu bir kahır döngüsüne, bir korku tüneline çevirmeden, nasıl uyanmalı?
Belki de tepemizdeki şu felaket kuşu uçarken onu tutmak, onunla uyanmak en güzeli. Felaket kuşları, değişimin ayak sesleri. Farkındalık, değişim ve dönüşüm gibi artık her ağza pelesenk olmuş kavramların ne olursa olsun azalmayan gerçekliğinde ise büyük bir devir daimi gizli insanlığın. Ne yapmalı? Bence kurtuluşumuz burada, şu felaket kuşuna artık kulak verelim, gözümüzle, kulağımızla, ruhumuz ve yüreğimizle ne diyor bir dinleyelim.
Adını değiştirelim mesela onun, adı “özgürlük kuşu” olsun bundan böyle. Felaket dediğimiz, bir uyandırılma şekli. Er ya da geç, öyle ya da böyle uyanacağız ve belli ki, artık bir şeylerle istesek de istemesek de, vedalaşacağız. Belli ki, yürümeyen, bitmesi ya da dönüşmesi gereken bir şeyler var; evde, ailede, ülkede, kalpte, tende yeniden doğması gereken bir şeyler var. Kol kırılıp yen içinde kalmıyor ki hiç bir zaman, yenin içinde kalanlardır belki şimdi yüreğimizi böylesi kanatan; önce kendi dilimizden başlayarak şu yalanları söylemeyi keselim, keselim ki canımızı yakan şu kırıkları korkmadan, kaçmadan temizleyebilelim.
Biz buraya, olmayacak olanlara boş yere tutunup bir ömrü boş yere harcamaya gelmedik. Biz bir şeyleri bırakmaya, vazgeçmeye, değiştirmeye geldik. Biz buraya avcumuzdakini sıkıp elimizi kanatmaya değil, avuç içlerimizi gevşetmeye, hayatın su gibi akışına güvenmeyi öğrenmeye geldik. Biz buraya bu dünyayı değiştirmekten de evvel, ilk ve öncelikli olarak içimizdeki sahte kralları devirmeye, şahsi devrimimizi yapmaya geldik.
Bu kısacık ahir ömründe, seni ne diye hatırlasın isterdin tarih, değişimden korkup kendini sahte krallığına hapseden bir ödlek mi? Yoksa dalga dalga yürüyen değişime ayak uyduran, hatta ona stratejik biçimde ve korkusuzca yön veren bir devrimci mi? Dön bir bak bakalım kişisel tarihine, sen bu devrimin neresindesin, çoğunlukla hangi roldesin?
Felaket kuşu, özgürlüğün kuşu, artık idrak et… Bugün burada, bizi özgürleştirmek için yaşanıyor, her güzellik ve her felaket. Bu kuşlar çekip çıkaracak bizi çıkışı kapanmış mağaralardan ve üstümüze yığılmış enkazlardan. Bu kuşlar Hızır gibi tutup ayıracak bizi yutan dev dalgalardan. Bu kuşlar bulacak bizi o kör karanlık aşkların dehlizinde ve yine bu kuşlar öğretecek dalmayı sıcacık okyanusların şehvetine. En büyük felaketin, en hür varoluşunun ilk kanat çırpışı, fark et.
Şu an her ne yaşıyorsan, felaket kuşunu yukarıda arama, dönüp kalbine bak, orada göreceksin. Onu susturmayı, yok saymayı, yeniden o bildik ve güvenli uykuya dalmayı seçebilirsin. Oysa uyuyunca geçmez, bilirsin.
Bu kez, onu avuçlarına alıp dinlemeyi seçebilirsin. Bu kez, onun kanadına tutunup yaşadığın ‘felaketin’ üzerine uçabilirsin. Yukarıdan manzaraya bakınca bunlar neden yaşanıyor, tüm çıplaklığıyla göreceksin. Ona tutunup, bu kişisel kıyametinden, muazzam özgürlüğüne kanat çırpabilirsin.
Uyanabilirsin, uyanabilirsin, uyanabilirsin.
Sevgiyle ve ışıkla.
19.08.2024