Bu dolunay, derin yaralarımızın temsili Şiron’u yanına alarak, belki ana rahminden belki çok daha öncesinden beri taşımakta olduğumuz en temel benlik ve varoluş sorunlarına ışık düşürüyor. Bugün insanlarla ve parayla ilişkilenmemizde yaşadığımız “değer” kayıplarının gerçek çözümünün ‘ben’ ile olan ilişkimizi iyileştirmek olduğunu artık görmemiz gerekiyor.
Bu kolektifte de böyle, bireyselde de…
Aksi takdirde ilerleyemiyor, kendi ayağımızla içine karıştığımız karanlık dehlizlerde el yordamıyla yön bulmaya ve ne yazık ki duvardan duvara çarpmaya devam ediyoruz.
Çözümü başkasının gözünde arıyoruz: ‘niye beni yeterince sevmiyor?’
Oysa çözüm, kendi gözünün içine bakıp sormakta: ‘niye kendimi yeterince sevmiyorum?’
Güneş, Satürn ve dolunay yöneticisi Mars arasında oluşan uyumlu akım, adeta zihnimizin duvarlarını esnetiyor:
kendimize dair bildiklerimizin ve inandıklarımızın dışına çıkıp, yeni doğmuş bir bebek kadar saf ve yargısız bir alandan şu soruyu soruyoruz:
“Değerim nedir?”
Dolunay yöneticisi Mars’ı Merkür düzenliyor. Merkür retrodan çıkmış, içsel muhasebesini yapmış, Neptün’ün sislerinden, yani bahane ve aldanmalardan uzaklaşmış, yepyeni bir idrake uyanıyor. Belki biz de yaşadıklarımızın ışığında, aslında çok iyi bildiğimiz bir bilginin toprağına yeniden ayak basıyoruz: farklı insanlarla yaşanan benzer döngülerin esas öznesine, yani kendimize, biraz istemeden tekrar merhaba diyoruz.
Dolunay anında durağan pozisyonda olan Pluto, durduğu yerde krizler yaratıyor ki, iyice görelim. Takılmış bir plak gibi düştüğümüz tuzaklar, ‘illa öyle / o olacak’ dediğimiz saplantılar ve içimizde haykıran, “artık beni görmelisin!” diyen çocuğu yok saydıkça dışımızda yığın olmuş enkazlarla uyanmamızı istiyor.
Elindeki oyuncağı alındığında bir çocuk neden ağlar? Sahip olduğu tek değerin o oyuncak olduğunu sanar. O olduğunu sanar. Dünya ondan ibaret sanar. Haz ondan ötürü sanar. Kendisinin tüm bunların kaynağı, öznesi, nüvesi olduğunu bilmez. O olmazsa, hiçbir şeyin olmayacağını bilmez. Çocuk, her şeyin üstünde ve ötesinde bir değeri olduğunu ‘henüz’ bilmez.
…
Artık bu çocukları büyütmek lazım.
…
Dolunay anında Merkür Pluto’ya üçgen, zihnimiz dönüşüm istiyor! Ama doğru sorulara, bu kez doğru yanıtlar vererek. Bu sorulara kendimizi tutup sürüklemek ve yalnızca razı gelmek yetmez. Bu sorulara bu kez gönüllü olarak gitmeliyiz, belki de ilk kez.
En derin benlik yaramızın ve o yarayı açanların, esasen hayattaki en büyük öğretmenimiz olduğu bilgisini, bu kez bir klişe gibi tekrar ederek değil, bu kez bu bilgiyi tüm hücrelerimize enjekte ederek…
Yani Şiron’u anlayarak!
Şikayeti ve sızlanmayı keserek, çünkü ancak yarasının sorumluluğunu alınca büyür çocuklar.. Şiron da öyle yapmıştı.
Artık kaçmamızı değil, çözmemizi istiyor gökyüzü. Bunun için bu dolunay bir itki gibi: Koç’taki ay olanca cesaretiyle ‘Ben hazırım!’ diyor.
“Cesurum, kalbimi açtım, yıllarca dondurduğum yaralarımın üzerindeki buzları cesaretimin ateşiyle eritmeye ve ardında ne varsa, onunla yüzleşmeye hazırım.”
Kolay mı? Hiç değil.
Koç ve Terazi aksı, bana kalırsa yaşam deneyimindeki en zor hatlardan biri. Ben derken ‘biz’i ihmal etmemenin, biz derken ‘ben’i öldürmemenin o ince hamuru, sanırım en yüce üstatların elinde bile tam tutmamıştır. En bilge olanlarımız bile, ‘sen’ dediğinin aslında ‘ben’ olduğunu ve bu ikisinin birbirinden ayrılamaz parçalar olduğu gerçeğini tüm hücreleriyle yaşamamıştır..
Dolayısıyla sana hakkaniyetli olmak istiyorsam, önce kendime olmalıyım. Bu yüzden de konu her ne ise, ona öncelikle kendi açımdan ve kendi acımdan bakmalıyım.
Hakkaniyet hakikati gerektirir.
Kimseyi suçlamadan. Kendime acımadan. Başkalarından onay almadan, taraf toplamadan… Eğriye eğri, doğruya doğru diyerek en derindeki acıma bakabilirsem… Acının kaynağını bulabilirsem… Bu sorun kimsenin değil, benimdir diyebilirsem… O zaman göreceğim ortada kurban yok, katil yok, ölüm yok.
Yalnızca hakikatli doğumlar var: Önce kendime, sonra sana.
Sevgiyle ve ışıkla.
9.10.2022