Bu yazıyı yazarken İzmir’deki depremin görüntüleri, sesleri, duyguları boğazımı düğümlüyor. Ay Boğa burcunda (Toprak), ona tam kavuşumda Uranüs (Ani Sarsıcı Olay), karşısında Güneş Akrep’te (Yıkım). Yalnızca Dolunay haritasının bile neresine baksak deprem diye bağırıyor ama insan dillendirmek istemiyor. Geriye yaşayıp görmek kalıyor. Umarım, yıllar boyu onca kayba ve acıya rağmen ülkemizin milli felaketi olmaktan kurtulamamış bu doğal afeti bu kez en az zararla atlatırız. Yaralı kalplere şifa, kayıplarımıza rahmet ve hepimize sabır diliyorum. Tüm sevgimi Ege’ye gönderiyorum.
Alışıldık bir Dolunay’dan geçmiyoruz. Zira işin içinde Uranüs varsa, hele Boğa burcunda ise ve yine Boğa’daki ay ile tetikleniyorsa, yalnızca ayağımızın altındaki toprak değil, kalbimizde ve avcumuzda ‘BENİM!’ dediğimiz ne varsa, hepsi sarsılıyor. Ay – Uranüs kavuşumunun karşısında, yöneticisi retroda seyreden Akrep Güneşi, geçmişteki kayıpları hatırlatıp, korkutup manipüle ediyor. Korkarak elimizdekilere daha da tutunmak için uzansak da, Uranüs esas olanı hatırlatmaya ve elimizdekini bıraktırmaya niyetli: onlara bakma, bana bak diyor.
Bakınca görüyoruz ki büyük bir ilüzyonun içindeyiz.
Yaşamın değerini ya sahip olduklarımızla ya da sahip olamadıklarımızla ölçen garip bir zihin yapımız var. Belli ki böyle öğrenmişiz. İki uç arasında salınıp duruyor, el yordamıyla yürüyoruz.
Sahip olduğumuza ölesiye tutunuyor, ona olmayacak anlamlar yüklüyoruz. Boğa arketipinin gölgesi bu, ‘ama o benimmmm!’ diye hırsla oyuncağına sarılan, ağlayan, onu paylaşamayan çocuk. Oyuncağın ötesinde kayıp giden ihtimallerden habersiz.
Diğer yandan sahip olamadığımıza, mutluluğun esas öznesi oymuş gibi çılgınca bir arzu besliyor, uğruna savaşlar veriyoruz. Akrep arketipinin gölgesi bu, sahip olunamayanın, elde ettikten sonra bile geçmeyen takıntısı. Hırsla ve hasetle kendimizi yiyip bitirirken, elimizden kayıp giden gerçek değerlerin farkına bile varmıyoruz.
Ve Uranüs, bu ilüzyonun tam ortasına yumruğunu vurup haykırıyor yüzümüze:
“Ne çabuk unutuyorsunuz yaşamın geçiciliğini? Amansız bir hastalık ya da zamansız bir ayrılık ile hatırladıklarınızı, yaşamın özünü, çekirdeğini, ertesi gün nasıl büyük bir hızla öğütüyor ve unutuyorsunuz?
Ne sahip olduklarınız, ne sahip olamadıklarınız bu özün sırrını size veremeyecek. Yaşamın kendisi bile pamuk ipliğindeyken siz neye nasıl tutunuyorsunuz? Bırakınız efendiler, sahip olduklarınızı da, olamadıklarınızı da bırakınız. Sahiplik yanılgısı dışında, hiçbir şeye sahip olamazsınız. Burada yalnızca bir misafir olduğunuzu unutmadan, bedeninize, tabiata, birbirinize ve arada sırada hatırlattığım o ÖZ’e iyi davranarak, sevgi ve ışıktan başka hiçbir kaynaktan beslenmeyip hiçbir kaynağı beslemeyerek bu yoldan sakince geçiniz ve gidiniz.”
Uranüs gelir ve sarsar. Bizi uyandırmak için. Bizi özgürleştirmek için. Bizi sahip olma yanılgısının o çirkin esaretinden, yabaniliğinden azat etmek için.
Uyanmamız ve özü yeniden hatırlamamız için sarsıyor bizi.
Hatırlıyoruz da.
Kaybederek hatırlıyoruz.
Aynı yerden tekrar kanayarak, acıyla…
Ama sevgiyle, ama ışıkla…