Eylül ayında art arda gerçekleşecek tutulmaların ilki, bu akşam gerçekleşiyor. Balık burcundaki ay tutulmasının etkileri, hem tam tutulma olduğu, hem de Türkiye’den gözlemlenebildiği için çok güçlü hissedilecek.
Okyanusun sonsuz ve gizemli sularını temsil eden Balık burcunda gerçekleşecek tutulmada Güneş, bilinçli aklın semboliği Merkür ile beraber Başak burcunda ışıldarken; Balık’taki Ay, Kuzey Düğüm ile birlikte, bilinçdışı kuvvetlerin kadersel etkisine işaret ediyor. işaret ediyor. Akıl ve duygu ikilemini güçlü biçimde ortaya koyan bu karşıtlık; hayatımızdaki problemlere artık yalnızca mantık ve bilgi yoluyla değil, kalp ve sezgileri de işin içine katarak çözüm bulabileceğimizin ipuçlarını veriyor.
Bu tutulmanın etkisi, görünmez bir el tarafından okyanusa itilmeye benziyor. Yüzme bilmiyor ya da daha önce böylesi derin sulara girmemiş olabiliriz ancak her halükarda, artık ‘bilmek’ yetmiyor.
Bir el bizi okyanusa itiyor; belki çok yakınımızdaki biri, belki düşmanımız, oysa gerçekte kim, bilmiyoruz. Biz şimdi konfor alanında, aynı döngülerin içinde debelenirken ve her şeyin yolunda olduğunu düşünürken, bizi bir anda suyun ortasına düşüren, artık vakti gelmiş bir uyanışın ta kendisi.
Suya çarpan tenimiz, soğuğundan ürperiyor. Suyun derinliğini düşündükçe panikliyor ve etrafımızda, bizi bu karanlık ummandan çekip çıkaracak tek bir ‘el’ dahi göremiyoruz.
İçine bilinçsizce düştüğümüz sularda, hesap yapmaya, A-B-C planlarını devreye sokmaya çalışıyoruz; öte yandan bunların bir işe yaramayacağını anlamanın çaresizliği ile pes etmenin kıyılarına çarpıyor, yaşamdan vazgeçmekle ona tutunmak arasında gelgit yaşıyoruz.
Canhıraş çırpınışlarımız, amaçsızca savrulan kulaçlara dönüşürken tüm enerjimizi tüketiyor; burada boğulup öleceğimizi, kimsenin bizi duymayacağını ve kurtarılmak için artık çok geç kalındığını düşünüyoruz.
Saatler bu debelenme ile hızla geçerken; inandığımız her şey çoktan alt üst olmuş; tüm öğretiler, kitaplar, eğitimler, her şey anlamını yitirmiş, kaçınılmaz sonu bekliyoruz.
“Aradığın şey o kitaplarda değil, aradığın şeyi okuyarak bulamazsın. Sendeki eksik olan şeyi gözlerinle tamamlayamazsın. Aradığın şeyi dünyada arayacak, onu yüreğinle bulacaksın. Dünyadaki tüm kitaplar, tüm hesaplar, akıl oyunları, sayfalarca laf, sevginin yerini tutmaz. Okuyarak öğrenecek ama severek anlayacaksın.” Şems Tebrizi
Tüm bu hengame içinde sinir sistemimiz şalteri kapatmış. Uyandığımızda suyun üstünde sakince süzülüyoruz. Evet, su taşıyor bizi şefkatli kollarında. Hayır boğulmamışız, yaşıyoruz. Suyun akışıyla senkronize olup bir sonraki an için kaygı üretmedikçe, dalgalar kıvrımlarımızla dans ediyor. Su sakin, berrak, tenimizi okşuyor. Kalp atışlarımız yavaşlıyor; suda duruşumuz gevşiyor. Suya ve bizi taşıyacağına inancımız artıyor. Bu sonsuz ummana ilk kez güven duyuyor, güzelliğiyle gelen bilinmezliği ilk kez kucaklıyoruz. Aklımızla değil, bu kez tüm kalbimiz ve ruhumuzla seziyoruz; ellerimizden kayıp giden suyun geçiciliğini. Öğreniyoruz okyanustan ayrı gayrı değiliz, hem de hiç değiliz, bir parçasıyız onun ve hatta okyanusun ta kendiyiz.
Suyun üzerinde salınırken yepyeni bir algının kapısı açılıyor inceden… Bir şeyin az önce avucunun içinde olup, salisenin onda birinde yok olması ihtimalinin sistemin en soğuk realitesi olduğunu anlıyoruz. Yaşam gibi, eşya gibi, sağlık gibi. Su gibi.
Tutunmak nafile ve esas olan henüz avucundan uçup gitmemişken varabilmek ‘şeylerin’ keyfine. Ve ‘şeylerin’ tabiatı gereği, vakti dolunca veda edebilmeyi bilmek…
Bu tutulma serisi, bizi kadersel başlangıçların ve bitişlerin kıyısına sürüklerken, bize su gibi aziz olmayı öğretecek. Bir şeyler ellerimizden kayıp giderken tutunmamayı, bir anda okyanusa itildiğimizde panik olmamayı, suya ve olana kendimizi bırakmayı öğretecek bize.
“Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin. Şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz. Bütün mesele hazır olmakta. Madem hiçbir insan bırakıp gideceği şeyin gerçekten sahibi olmamış, erken bıraksa ne çıkar, ne olacaksa olsun.” William Shakespeare
Zaman yöneticileri Satürn ve Jüpiter’in ilahi dokunuşları ile perçinlenen bu öğretiler; şimdi okyanusu enikonu öğrenip onu kontrol etmeyi ve yönetmeyi değil de, basitçe ona uyum göstermeyi seçerek büyük bir şuur sıçraması yaşayabileceğimizi; fakat bunu ancak güvenle ve sevgiyle kendimizi suya bırakarak, olmakta olana izin vererek ve dümeni azıcık gevşeterek gerçekleştirebileceğimizi fısıldıyor.
Satürn, henüz gerilediği Balık burcunun son derecesinde, henüz tam olarak içselleştirilememiş bir teslimiyet bilincini somutlaştırmaya çalışırken, tutulma yöneticisi Jüpiter, kalbimizin derinlerinde bir inci gibi saklı duran, belki atalardan miras o ‘her şeyin olması gerektiği gibi olduğu’ bilgisini hatırlatıyor: zamanın ellerine güven.
Görünmez bir el bizi er ya da geç bu sulara itecek ve o gün geldiğinde bu deneyimden ‘sevgiyle’ ve ‘güvenle’ geçmeyi öğreneceğiz.
Bizi okyanusa iten ellere kızmak veya onları suçlamak yerine, bize bu üst bilincin altın kapısını araladıkları için şükredeceğiz.
Bilinçli aklımızın bitmek bilmeyen hesapları ile bir hizmetkar olmaktan çıkıp, korku, kaygı ve kontrol sanrılarıyla bizi kendine tutsak eden bir gardiyana dönüştüğünü görmemize ve nihayet insan olmanın en tılsımlı özelliğine, sezgi ve tevekkül gücüne yeniden kavuşmamıza vesile oldukları için belki de bizi iten o ellere bin kere teşekkür edeceğiz.
Sevgiyle ve ışıkla🤎