Hakimi olmadığın bir hayatın, hükmü sende değil…
Geceyarısından sonra, Terazi burcunda güçlü bir dolunay yaşayacağız. Gökyüzünün en parlak yıldızlarından Spica kavuşumundaki dolunay, hakimiyetini kaybedip, hükmünü bir başkasına devrettiğimiz yaşam alanlarımızı aydınlatıyor. Terazi burcu olunca, konumuz elbette ilişkiler. Fakat yalnızca bireysel değil, toplumsal bağlılıklarımızda da, gücümüzü kime teslim ettiğimizin sorgulanması gerekiyor.
Öte yandan Terazi burcunun evrensel anlamlarını, yani adalet ve eşitlik kavramlarını aydınlatan dolunay, hayatımızın her alanında ‘terazinin şirazesinin bozulduğu’ noktaları can sıkıcı biçimde gözümüze sokuyor ve iki hafta önce Koç tutulmasıyla bir kıvılcım gibi alevlenen ‘hak arayışının’ sonuçlarını görünür kılıyor. Dolunayın yükseleninde özgürlük devrimcisi Kova’yı, tepe noktasında kanunların savunucusu Yay’ı ve haritanın krizler evinde ‘hak, hukuk, adalet’ diye haykıran Ay’ı Terazi’de görüyoruz. Zaruri hale gelmiş bir adalet arayışı var ve bu elbette kriz doğuruyor. Dolunayın başrolündeki Şiron, Ay’ı tam karşıdan okuyla vuruyor; evde, ruhta, kalpte çoktandır bu okun yarasıyla kanıyoruz ve şimdi aradığımız şeyden öylesine uzağa düşmüşüz ki, hayatımızın kumanda merkezine nasıl geri döneceğiz, bilemiyoruz.
Yengeç burcunun son derecelerindeki Mars, dolunayla sert bir açı kuruyor. Mars’ın en saf anlamıyla şimdi bir ‘savaş’ veriyoruz ve bu savaş, köklerimizi, güvenlik ihtiyacımızı, sınırlarımızı ve yürekten savunduğumuz her bir savı kapsıyor.
Fakat en baştan kaybedildiğine inanılan, biraz korkak, küskün ve kaçak bir savaş bu.
Yuvamızı, kalbimizi, hatta onurumuzu tehdit eden her kim/ne varsa karşımıza alıyor ancak yumruğumuzu sanki bir boşluğa savuruyoruz. Bir gölgeyle savaşıyor gibiyiz; gölge gitgide büyüyor ve biz de gitgide inancımızı yitiriyoruz. Koç Güneş’inin yakıp yıkmak isteyen ateşi ile Terazi Ay’ının yanmaktan / yakmaktan kaçınan tavrı çelişiyor; pasif agresif bir direnişle, söylenerek, dövünerek, ağlayarak kıvranıyoruz.
Mars, Balık burcundaki toplaşmanın etkisiyle, ‘bir şeyler yapmalıyım!’ diye ayağa kalkıp ‘ben hiçbir şey yapamam’ diyerek oturuyor. ‘Ben küçücüğüm bu devcileyin gölgelerin karşısında; biri beni kurtarsın’ diyor. Oysa yakında Aslan burcuna geçecek, gücünü ve iradesini anımsayacak. Ayağa kalkıp o karanlık gölgenin, Pluto’nun karşısına dikilecek tüm görkemiyle. Bu dik duruş, onu geri dönülmez biçimde dönüştürecek belki de…
Dolunayı yöneten Venüs, Balık’ta durağan pozisyonda ve düz hareketine geçer geçmez; Satürn’ün duvarlarına çarpacak. Hakkı, doğruyu, iyiliği ve barışı savunan yanımız, o köhne, soğuk, katı ve yıkılmaz gibi gözüken ama sıvası çoktan dökülmüş duvarlara son kez çarpacak… Son kez, çünkü Venüs de yakında Koç burcuna geçerek ‘ben özgürüm!’ diye yumruğunu masaya vuracak.
Güneş-Şiron kavuşumlu bir dolunay bu. Yaralıyız. Esas kimliğimizi, kim olduğumuzu unutmuşuz; ‘biz’ olduğumuzu sandığımız ilişkilerde, ‘bir’ olduğumuzu sandığımız dostluklarda, yuva dediğimiz evde, el olmuşuz. İrademiz çalınmış, özgüvenimiz yıkılmış, gücümüz yerle bir olmuş, dermanımızı yitirmişiz. Biz derken ben diyebilmenin, ben derken biz diyebilmenin naif dengesini şaşırmışız. Şimdi, ani türbülanslar elimize bir ayna tutuşturuyor, o hep kaçındığımız yaraya bakmak zorunda kalıyoruz. “Bütün bunlar neden yaşanıyor” diye hayıflanırken, hayat bizi öyle bir yere koyuyor ki, bin yıllık yaraya bakıp onu anlamak zorunda kalıyoruz…
Yaranın dermanı, yaranın aynasında saklı çünkü, biliyoruz.
“Derin bir yara iziniz varsa, o bir kapıdır…”
Bu dolunay, yaralı savaşçının öyküsünü anlatıyor. Yaralı savaşçı, yaralarına rağmen, düştüğü yerden kalkmaya karar veriyor. Uğruna kendini feda ettiği ne varsa, ondan gücünü geri almaya ant içiyor. Gölgelerden korkmak yerine, inadına dikiliyor ona hükmetmek isteyenlerin karşısına, kalbinin tüm şefkati, şiddeti ve azametiyle.
Yaralı savaşçı, yaralı bir kalbin, büyük bir bilgelik taşıdığını biliyor. Yaralarını sahipleniyor nihayet ve her fırsatta onların ardına saklanmaya, kendi değersizliğine bir kılıf uydurmaya son veriyor.
Yaralı bir kalbin, öğrenmek, büyümek, insan olmak anlamına geldiğini; sınırlar koymayı, yanlış kapılara kilit vurmayı, kendinden emin olmayı, inandıkları uğruna inatla duvar yumruklamayı yeniden öğreniyor.
Şimdi biz… yaralı savaşçılar, tek tek uyanıyor, gücümüzü hatırlıyor ve birbirimize hatırlatıyoruz; düştüğümüz çukurda ille de boğulmak zorunda değiliz, istersek kalkıp kırarız en haşmetli duvarları.
Öyle güçlü bir dolunay ki bu, kalbimizin şu kırılganlığının dahi, ‘yaşama ve sevgiye cesaret’ olduğunu anlıyoruz. Bu cesaret, gecenin karanlığını yırtarak, bizi sancı dolu yaralarımıza rağmen yataktan kaldırıyor; uçurumun kenarına gidip, bıçağı elinde tutanla yüzleşiyoruz…
Ve sen… yaralı kalbinin gücüne kulak verebilirsin.
Onu sakladığın yerden çıkarıp bir apolet gibi omuzlarına takabilirsin. Yorgun savaşçını yerden kaldırıp savaşabilirsin yeniden: kalbinin tüm şefkati, şiddeti ve azametiyle.
Sevgiyle ve ışıkla♥️
13.4.2025