“Kökler çok güçlüdür ama çiçek o kadar güçlü olamaz. Bütün güzelliği de o kadar güçlü olmamasındandır.” Osho
Yengeç dolunayı ile merhaba dediğimiz bu tuhaf yıla sabah 06:28’de yine Yengeç’teki bir dolunay ile veda ediyoruz. Güney Düğüm-Venüs kavuşumunun Neptün ile, dolunayın da Şiron ile karelendiği gökyüzü tablosu, bu yorucu ve yıkıcı yılın Z raporu gibi.
Ruhumuz belki de hiç bu kadar hırpalanmamıştı. İçimizde hem bir yılgınlık hem de ağır aksak da olsa bir yola çıkma arzusu var.
Yılın en başına geri saralım filmi… Ay Düğümleri Yengeç-Oğlak’ta. Bize insani duygularımızın sorumluluğunu hatırlatmaya ant içmiş bir göksel kombinasyon… Bilindik ezberlerle, duygulara sırtını, materyale yüzünü dönmüş biçimde oto pilotta koşarken, bir anda ‘deus ex machina!’ – bir virüsle herşey duruverdi. Oyuncaklarımızı yere bırakıp teslim olduk. Oyuncakları elinden alınan bir çocuk gibi de isyan ettik.
Zaman genişledi, biz küçüldük. Geniş zamanların içinde boğulduk. Ne iş, ne proje, ne para, ne ilişkiler, ne alışveriş dolduramadı içimizdeki boşlukları. Bir koca odanın içinde kendimizle başbaşa kaldık. Birileri gitti, birileri geldi, birileri uğradı, birileri ayrıldı. Odanın gelenlerle dolmadığına, ama gidenlerle de eksilmediğine, eksilse de pek birşeyin değişmediğine birçoğumuz ilk kez tanık olduk. Oda bizdik ve her koşulda bir başınaydık.
Hiç ummayacağımız insanlarla yol ayrımlarına gelip, hiç ummayacağımız insanlarla hemhal olduk. Önceden sarıldıklarımıza mesafeler koyarken, en uzak durduklarımızın yarasını öptük. Adımlarımız yavaşladıkça, daha önce önünden hızla geçip gittiğimiz sahnelerde, kurguyla uyumsuz nüansları fark ettik. Oyuncuları değiştirdik. Bazen oyunu terk ettik.
Kırılgan çiçeklerimiz, gerçek sandığımız bir illüzyonun içerisinde kendine yeni bir toprak, yeni bir güneş, yeni bir nefes bulamayınca günden güne soldu. Elimizde çiçek miçek kalmayınca görünmeyeni aramaya koyulduk, toprağı deştik, derinlere indik, köklerimizi bulduk. Gücün nereden geldiğini henüz çok yeni kavradık. Şimdi tam da solduğumuz bu yerde, yanıldığımız ve yaralandığımız köhnede boynu bükük çiçekler uyuyor. Gelecekte açmaya gönüllü çiçeklerimizi bu karanlığın içinde el yordamıyla suluyoruz.
Zaman, en büyük, en merhametli şifacı olan zaman, içinde kıvranıp durduğumuz bu illüzyonu yırtarak, bizleri yeniden doğuruyor. Her birimiz tohumdan fışkırarak daha gerçek, daha saf, daha hakkaniyetli bir geleceğe doğru anadan üryan büyümeye hazırlanıyoruz. Geçmişi, suçlulukları ve pişmanlıkları geride bırakarak, artık hiçbir şey hissedemediğimiz o ezber alanından, gerçek hislerin ürpertici topraklarına doğru kalbimizin pusulasıyla ilerliyoruz. Korkuyla kendimizi içine hapsettiğimiz ve yalnızca görmek istediğimiz gibi gördüğümüz için bizi aldatan o ‘güvenli’ limanlardan, gerçek ve güzel olasılıkların bilinmezliğine doğru, yalnızca köklerimizde keşfettiğimiz güce dayanarak ilerliyoruz.
Ardınızda bıraktığınız yola baktığınızda illüzyonu görebilirsiniz. Sizi kırılgan doğanızdan ayıran, kibire ve inkara boğan, köklerinizdeki gücü size unutturan illüzyonu hissedebilirsiniz. Doğum anınızdan şu ana kadar, hayatınızda kim varsa hepsi sizdiniz. Başınıza ne geldiyse hepsini siz yaptınız. Stefano D’anna’nın Tanrılar Okulu’nda dediği gibi, ‘Yay da, ok da, hedef tahtası da, hepsi sizsiniz.’
Şimdi artık hepimiz, kendimizi inşa etmenin sorumluluğunu almalıyız. Geçmişi ve geçmiştekileri suçlamayı, gidenleri ve kalanları sorumlu tutmayı bırakmalı, ayağa kalkmalı ve kendimize doğru yürümeye başlamalıyız. Muhtaç olduğumuz kudret kendi köklerimizde.
Kendimizi annemiz gibi beslemeyi, babamız gibi korumayı, çocuğumuz gibi sevmeyi, dostumuz gibi dinlemeyi, öğretmenimiz gibi hoş görmeyi, bir şifacı gibi iyileştirerek bir sevgili gibi şefkatle sarıp sarmalamayı yeniden öğreneceğiz. Hedef kendimiziz. Oku kalbimize doğrultmalı ve artık 12’den vurmalıyız.
İllüzyona veda vakti geldi. Farkında mıyız?
2020’ye, 2021’e, geçmişe ve geleceğe, tüm varoluşa ve birlik bilincine sevgiyle ve ışıkla.