“99 kere düşünürüm ve hiçbir şey bulamam. Sonra düşünmeyi bırakır ve sessizlikte süzülürüm. İşte o zaman gerçek bana gelir.” Albert Einstein
Bizler yılın başından beri sabit niteliklerin ve hava elementinin soğuk baskısı altında sınavlar verirken, Güneşimiz nihayet Balık burcunun o yumuşak tatlı sularına girdi. Bu yıl kendi Güneş döngümde Balık vurgusunu çok yoğun yaşıyorum; açıkçası bundan evvel Balık arketipini anlamakta epey zorlanırdım. Kendi süreçlerimde kendimi dışarıdan bir yabancı gibi gözlemleyerek, Balık olmak nedir, daha iyi idrak edebildim, çünkü benim gibi çoğunlukla ‘zihinde’ varolan biri için bu kesinlikle alışılmadık bir ruh haliydi. Bu süre zarfında hayatımda ardarda meydana gelen birçok ‘krizi’ de bir balık gibi ‘kafadan çıkarak’ çok daha yumuşak atlattığımı söylemeliyim. Bu yazıyı da aslında, bu deneyimle gelenleri aktarmak amacıyla yazıyorum.
Madde dünyası ile mana dünyası arasında salınan Balık burcu, ayrı yöne giden iki balık figürü ile tasvir edilir. Biri geçmişe biri geleceğe, biri maddeye biri madde ötesine süzülür bu balıkların ve aslında bu, dualitede bir köprüdür. Benzer şekilde, astrolojide anlaşılması en zor ev olan 12. evi yöneten Balık burcu, Zodyak’ın ve bir bakıma kahramanın yolculuğunun son basamağı olmasından ötürü, her zaman bir şekilde esrarengizliğini korur. Burada Balık burcu denilince beliren soru işaretleri, sadece bu iki uçlu salınımın kafa karıştırıcı doğasından değil, salt bilinçli zihin aracılığı ile idrakinin neredeyse imkansız oluşundan kaynaklanıyor olmalı. Güneş burcu Balık olan Einstein’ın tarif ettiği gibi belli ki ‘düşünerek’ ulaşamıyoruz bu kavrayışa. Sessizlikte bir ‘balık’ gibi süzülmemiz gerekiyor.
Zodyak’taki her bir burcun süreçlerini -haritamızda bir karşılığı olsun olmasın- kendi psişemiz içerisinde görünür ya da görünmez şekilde yaşıyoruz. Daha basit bir dille söylemek gerekirse, doğum haritanızda hiçbir yerde Balık burcunda bir gösterge olmasa dahi, ruhunuzun derinliklerinde Balık bilgisi mevcut. Her bir burcun temsil ettiği psikolojiyi, hayatın belirli döngüleri içerisinde, içinden geçtiğimiz zamanın kalitesi ve tekamül dizaynımız dahilinde deneyimliyoruz.
Bu yüzden balık burcunun temsil ettiği arketipin ne olduğunu anlatmak yerine, içimizdeki Balık burcu bilgisine nasıl ulaşabiliriz, belki bunu konuşmak daha işlevsel olabilir. Çünkü hepimizin hayatının bir döneminde olaylar, domino taşı gibi üst üste ve üstüne üstüne yığılarak gelebiliyor ve bunları standart zihin yapısı ile ‘felaket’ olarak algıladığımızda çoğunlukla bu ağırlıkların altında kalıyoruz. Her şeyi neden-sonuç ilişkisi içerisinde kavramaya çalışan, savunma mekanizması gereği son derece kontrolcü işleyen bir zihin yapımız var. Oysa bir yandan işimizi oldukça kolaylaştıracak olan, Balık’ın o madde üstü kavrayışına dair bilgi hepimizin içinde bir yerlerde gizli ve bu bilgi ‘olayların’ üzerine çıkıp daha geniş bir algı ile ‘olanları’ anlamamızı sağlıyor. Bu geniş perspektif, hiç şüphesiz başımıza gelenlerin akıl düzlemindeki ağırlığını kalp ve ruh boyutunda hafifletiyor.
Örneğin, spiritüel terminolojide oldukça yaygın olarak kullanılan ‘akışta kalmak’ deneyiminin içselleştirilmesi mümkün mü? Balık prensibinde akışta olmak, seçimsel bir eylemden ziyade bir kendiliğindenlik. Çünkü akıştan başka bir bilgi yok Balık’ta. Okyanusta doğmuş, hiç kara görmemiş bir balık hayal edelim. Okyanusun doğasını bilen, okyanusun onu her halükarda taşıyacağını, koruyacağını, besleyeceğini bilen bir balık okyanusa güvenmez mi? Bazı insanların unutkan doğasını tarif etmek için balıkların kısa süreli hafızasına atıfta bulunarak ‘balık hafızalı’ denir; oysa balığın okyanus bilgisi de hafızası da bizim aritmetik aklımızdan üstündür. Bu derin bilgi akıl ile elde edilmiş bir bilgi değildir; bilakis kaynakla olan bağlantıya akıl bir ölçüde mani olur. Bu bilgi kaynaktan, özden, yani aslında okyanusla bir olma deneyiminden doğmalıdır.
Bizler okyanustayız ve okyanusu anlamaya çalışıyoruz ama bunu yaparken okyanusa hiç güvenmediğimiz bir yerden yola çıkıyoruz. Okyanusa güvenmediğimiz için onu kontrol etmek istiyor, bu nedenle okyanusu bize zarar veremeyeceği kadar iyi kavramak için bilimsel araştırmalar yapıyor, kitaplar okuyor, kimi zaman adına kişisel gelişim dediğimiz çabalarla bile gizliden gizliye okyanusu yönetmeye, okyanustaki geleceğimizi tayin etmeye, biçimlendirmeye, şekil vermeye çalışıyoruz. Bununla da kalmıyor, okyanustaki diğer balıkları da kontrol etmeye, yönetmeye ve değiştirmeye çalışıyoruz. Bizi koruyan, besleyen, taşıyan okyanusu, içindeki tüm yaşamla birlikte tehlikeli bir düşman gibi algılıyoruz. Şimdi kim deli, kim akıllı? Er ya da geç bu aciz savaşta okyanus galip gelerek dev dalgaları ile bizi alaşağı ediyor ve biz de bu başından sonu belli mağlubiyete sızlanıp ağlıyoruz.
Okyanus salt zihinle anlaşılamaz. Okyanusa girmemiz ve kendimizi bir kez olsun suyun akışına bırakmamız gerekiyor. Yüzmeyi ilk öğrenirken yaptığımız gibi: suyun taşıma gücünü idrak etmek için önce kendini bırakmak gerekiyor. Okyanusa güvenmek için okyanusla bir olduğumuz bilgisini hatırlamamız lazım.
Bir kez, sadece bir kez kendini o suya bıraktığında, zaten mevcut olan o bilgiyi hatırlayacaksın: ‘Ben okyanusum’.
Yapabilir misin, hemen şimdi, zihnindeki o kaygı, o kargaşa ne ise… Bir kez olsun bu güvenle, bu bilgiyle, bu teslimiyet ile kendini akışa bırakabilir misin?
Yönetmeyi bırakıp, olanların bu mutlak zekayla biçimlenmesine alan açabilir misin?
İçindeki balık bilgisini anımsayıp, kafanın dışına çıkıp, okyanusa karışabilir misin?
Hesapsız, kitapsız sevebilir misin, tüm varoluşu, bütün getirdikleriyle?
Balık burçlarının doğum günlerini kutluyor ve hepimize balık bilgeliğiyle aktığımız bir ay diliyorum. Sevgiyle ve ışıkla.
20.02.2021