Yarın gerçekleşecek Başak dolunayı ile kozmik zaman çizelgesinde adeta bir hasat zamanındayız: Satürn ve Pluto’nun ‘kriz derecesi’ dediğimiz 29 derecede bulunduğu bu dolunayda büyük yıkım ve yeniden doğuş senaryoları ile karşı karşıyayız.
Çünkü bu ikili, önce ‘ihtar’ sonra ‘yıkım emri’ biçiminde çalışarak, şimdi bulundukları burcun son derecelerinde, ‘yozlaşmış bir gidişatı’ sonlandırma enerjisinde çalışıyorlar. Ve bunu, artık ‘çok geç kalındığı için’ bizim hiç de hoşumuza gitmeyen biçimlerde tezahür ettiriyorlar.
Hem bireyselde, hem kolektifte.
Zira Başak burcu karmik bir burçtur.
Karmada hasat zamanını sembolize eder.
Ekilen ve biçilenlerin muhasebesini, akli olmayan hiçbir unsurun karışmadığı temiz bir matematik ile yapmayı ve faturayı önüne koymayı sembolize eder.
Türkiye Cumhuriyeti haritasının tam dip noktasında gerçekleşecek olan bu dolunayın manası da tam olarak budur: hasat zamanı.
Ancak bu hasat mekanizması ‘iyiler cennete, kötüler cehenneme’ gibi basit bir denklemle açıklanamaz. Sistemde iyi veya kötü yoktur. Alınacak dersler vardır. Kötü dediğimiz olaylar veya kişiler bazen yalnızca ‘kozmik sınav’dır.
Esas meselenin romandaki karakterlerle değil, romanın yazarı ile ilgili olduğunu anlamak, bu noktada oldukça önemli.
Çünkü karakterler aslında hikaye gereği, romanın yazarı ise gerçekliğin tek kaynağı. İşte bu romanın yani açık anlamıyla bu topraklardaki tekamülümüzün yazarı da bizleriz. Yazarın dileğine göre kahraman ya da anti-kahramanlar değişiyor. Yazarın bakışına, anlayışına, vizyonuna, bir anlamda yazarın gelişkinliğine göre olaylar oluyor, karakterler değişiyor, konu bir sonuca bağlanıyor.
Bizlerin, yani bu zamanda, bu topraklarda yaşayan tüm canlıların kolektif sınavıdır yaşadıklarımız. Öncelikle bunu idrak etmemiz gerekiyor. Ve üzgünüm ki bize onlarca kez şans verildiği halde, biz bu sınavları çoğu kez verememişiz.
Türkiye Cumhuriyeti, Güney Düğümü, yani mizacı ve bilgi birikimi Balık olan bir ülke. Erenler ve dervişler ülkesi olan, binlerce yıkımdan ve yeniden doğuştan geçen bu ülkenin vatandaşları olarak bizlerin de genetik kodlamasında duygularla hareket etmek, kör inançlara bel bağlamak, öteki dünya inancı ile bu dünyanın sorunlarını geçiştirmek, Allah’a havale etmek, gerçeklerden kaçmak, unutmak, uyumak, kendini uyuşturmak, kurban rolü oynamak ve suçlamak var. Tembellik, atalet, kolayca etki altında kalmak, korkular, illüzyonlar, zayıf özbenlik ve sonsuz bir kurtarıcı bekleyişi de cabası. Elbette müthiş bir yardımseverlik ve dayanışma da var ama bu da gerçeği sorgulamama huyundan ötürü hain bir kıvılcımla yok olmaya ve düşmanlığa dönüşmeye korkunç derecede açık.
Türkiye’nin Kuzey Düğümü ise Başak. Bu da bizim ana kodlamamızda olmayan, bize oldukça yabancı gelen ancak ona doğru evrilmemiz gereken mizacı, yani tekamül rotamızı anlatıyor. Başak’ta duygusal değil gerçekçi davranmak, sorunları sistematik biçimde çözmek, bilgiyle ve akılla hareket etmek, mantıklı kararlar almak, çalışmak, üretmek, toprağı işlemek, faydalıyla zararlıyı birbirinden ayırt etmek, planlı ve programlı olmak, görevini layığıyla yerine getirmek, getirmeyeni sistemden def etmek, sorumluluk almak ve önce kendini sonra başkalarını mükemmelleştirmek adına işbirliğine açık olmak var. Yani bizim insanımızın ‘düz ve sıkıcı’ bulduğu, hatta günümüzde ‘enayi’ olarak nitelendirdiği karakter özellikleri… ama ne yazık ki bizim tekamülümüz bu yönde.
Atatürk bu anlamda aslında bir kurtarıcı değil, bir ‘tekamül rehberi’ idi. Bu ulu ruh, güzelliklerimizden ödün vermeden hangi eksiklerimizi gidermemiz ve neye dönüşmemiz gerektiğini anlatan eşsiz bir ışıktı. Sözlerini hatırlayın:
“Hiçbir şeye ihtiyacımız yok, yalnız bir şeye ihtiyacımız var: çalışkan olmak.”
Türk milletinin içindeki akılcı ve seküler yapıyı uyandırmaya, bilimsel ve akla uygun olanı seçen, çalışan, üreten, toprağını koruyup verimli hale getiren, okuyarak ve sorgulayarak kendini ve toplumunu yücelten, bir kurtarıcı beklemeyen, kutsal kisvesi altında gözünü kapamaya çalışanlara bilgiyle cevap veren bir nesil yaratmaya çalıştı.
Tüm ilke ve inkılaplarını yalnızca bu doğrultuda hazırladı. Ağzından çıkan her sözde bu ülkü yankılanmaktaydı. Türk milletinin içinde var olan o cevheri, ışığı, Başak’ı çıkarmak için…
“Türk, öğün, çalış, güven!”
Dolayısıyla şimdi tüm yaşadıklarımızı, sakince, kimseyi suçlamadan ve kimseden de bir ‘kurtarıcılık beklemeden’ değerlendirmeli; hiç şüphesiz şapkayı çıkarıp önümüze koymaya da razı olmalıyız. Romandaki kahramanlar değişse bile, oluşumunda hepimizin payı olan bu enkazın altından kolayca kalkamayacağımızı, dolayısıyla bugün kolektif bir tekamül için bireysel huylarımızı da gözden geçirmemizin zaruri olduğunu anlamak zorundayız.
Birimiz hepimiz için, hepimiz tüm için, birlik için, bütün için.
Kendi kör noktalarımızda çırpınıp duran o balık kuyruğunu bulup, başak kafasıyla bütünleştirmeden, bu kördüğümü çözemeyeceğimizi idrak etmek durumundayız.
Bu dolunay, Türkiye Cumhuriyeti haritasının dip noktasından hasat zamanının yaklaştığını anlatıyor. Üstelik bu dolunayla beraber Satürn 2,5 yıllık Balık burcu geçişini başlatarak bizi yukarıda bahsettiğim ‘balık gölgeleriyle’ hiç olmadığı kadar sınamaya hazırlanıyor. Ardından Pluto Kova burcuna ve 20 yıl sonra da Balık burcuna geçecek. 2025-2026 yıllarında ise transit Kuzey Düğüm Balık’ta olacak.
Astrolojik döngülerle izlediğimiz bu büyük zaman diliminde, en büyük sınavımız ve ümidim odur ki en büyük yükselişimiz şimdi başlıyor.
Yazımı Atam’ın cümleleriyle bitirmeliyim, çünkü en güzelini yine o anlatıyor:
“Her şeye rağmen muhakkak bir ışığa doğru yürümekteyiz. Bende bu imanı yaşatan kuvvet, yalnız aziz memleket ve milletim hakkındaki sonsuz sevgim değil, bugünün karanlıkları, ahlâksızlıkları ve şarlatanlıkları içinde sırf vatan ve hakikat aşkıyla ışık serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik görmemdir.
Şayet bir gün çaresiz kalırsanız, bir kurtarıcı beklemeyin. Kurtarıcı kendiniz olun.”
Sevgiyle ve ışıkla.