Bugün 16:49’da Aslan burcunun 16 derecesinde bir yeniay meydana geliyor. Ateş elementi baskınken su elementinin hiç olmadığı bu yeniay haritası, ülkemizde, dünyada ve yüreğimizde sürüp giden yangını söndürmeye ne suyun ne sözün yetmediğini gördüğümüz şu iki haftalık süreci ne güzel resmediyor…
Nitekim biliyoruz ki sistemde hiçbir şey yok yere olmuyor, sistemde pürüz yok, işinize gelsin gelmesin, planlar tıkır tıkır işliyor.
Yeni dünya düzeninin düğmesine basan 20 Aralık Satürn Jüpiter kavuşumunu tam derece tetikleyen geçtiğimiz Kova dolunayı ile birlikte küresel ölçekte de birtakım düğmelere basıldığının ve işlerin hızlandığının farkındayız.
Karanlığın ve ışığın savaşının tam ortasında, gözlerimiz uykudan yeni uyanmış, kamaşıyor. Şimdi Aslan yeniayı soruyor, sahiden uyandın mı, yoksa geri mi döneceksin o tatlı uykuya?
Birçoğumuz son bir buçuk yılda derin uykulardan uyanmışken, çoğunluğumuz halen çok derin uykuda olduğu için şiddeti artan tokatlarla sarsılıyor ve uyandırılmaya çalışıyoruz.
15 Haziran’da yılın üçüncü Satürn-Uranüs karesini yaşamıştık ve bu yeniay bu açıyı yeniden tetikliyor. Uranüs düz hareketinde olanca manyaklığı ve şiddetiyle ayağımızdaki zemini sarsarken, Satürn bireysel özgürlüğümüzü ancak tümün içinde bir olmayı öğrenerek yaratabileceğimizi hatırlatıyor.
Jüpiter-Merkür karşıtlığı akıl almaz açıklamalar, mantıksız ve bir o kadar dayatmacı kararlar, gerçek ve yalanın birbirine girdiği duyumlar ve kibir… ağzı açık bırakacak denli kibre maruz bırakmak suretiyle her bir tokatla yanağımızı iyice acıtıyor. Venüs-Neptün karşıtlığı ve bu şefkatsiz uyandırılışın getirdiği öfke, duygusal karmaşamızı o denli büyütüyor ki sağa sola, birbirimize saldırıyor, isyana, nefrete ve ötekileştirmelere sığınıp kendimizi uyuşturuyoruz.
Türkiye yaşadığı her olayla ay düğümlerinin anlamlarıyla sınanmaya devam ediyor: güney düğüm Balık’ın her koşulda işi Allah’a havale eden balık hafızalı kurban psikolojisinden, kuzey düğüm Başak’ın taşın altına elini koyan, akılcı yaklaşarak çözüm üreten rasyonelliğine ulaşmaya çalışıyoruz, lakin işimiz zor. Çünkü bilmeye değil inanmaya, dolayısıyla kandırılmaya yatkın ajite bir doğamız var ve peşimizi bırakmıyor.
Şimdi bu Merküryen yeniay şu sorularla karşımızda duruyor: tüm bu yaşadıklarımızdan, gördüklerimizden ve hatta duyduklarımızdan sonra, kolektif ve bireysel düzlemde gereken ders neyse onu öğrendik mi ve bundan da önemlisi, bu öğrendiğimiz her neyse onu akılcı biçimde uygulamaya koyabilecek miyiz?
Kurbanı oynamayı, komplo teorilerine sığınmayı, suçlamayı, yok saymayı, kurtarılmayı beklemeyi bırakacak ve elimizi taşın altına koyacak cesareti ve kudreti o asil kanımızda artık bulacak mıyız?
Bu yangının külünü akıl ve irade ile süpürecek miyiz? Yoksa bir rüzgar çıksın, bir kurtarıcı gelsin, bir ilahi güç insin de bu topraklar temizleniversin diye bekleyecek miyiz yine?
Gerçekten uyandıysak, yalnızca üzerinde bulunduğumuz toprakları değil BÜTÜNÜ algılamaya başlayıp banyodaki örümceğe kadar kozmosun tamamıyla bir ve bütün olduğumuzu anlayarak hem algılarımızı hem hassasiyetlerimizi genişletmeye başlayacak mıyız?
Bize tek başına hiçbir şey olamayacağımızı dayatan bu çürümüş sistemin sanrılarından ayılacak ve birey olarak kendi gücümüzü, misyonumuzu, becerilerimizi fark edip bütünün hayrına çalıştırma sorumluluğunu artık alacak mıyız?
Yazmayı biliyorsan yaz, çizmeyi biliyorsan çiz, kompost yap, tüketimi azalt, kimin cebini doldurduğuna dikkat et, prensipli ol, en iyi becerdiğin şey neyse, onu artık benim için, kendin için, bütün için çıkar koy ortaya. Yeter ki uyan, kendi gücüne, kendi ritmine, doğana ve bilgeliğine uyan, benim de, bizim de böyle olduğumuza inan. Seni bunun aksine inandırmaya çalışanları ise tek sillede yere yık arkana bakmadan, bu inancın yumruğuyla.
Herşey değişiyor. Sistem ve doğa silkiniyor. Doğa karşımızdaki bir tablo değil, doğa biziz. Kabuk değiştiriyoruz. Ağaç, toprak, su bu sistemin dişil gücü demek, bir ağaç yanıyor, bir kadın öldürülüyor, dişi güç yana yana, öle öle, taşa taşa uyanıyor. Kimsenin bizi cezalandırdığı ya da bizi ödüllendirdiği yok. Sevdiğimiz şeylerin sorumluluğunu almamız gerekiyor. Sevip susuyorsak, sırtımızı dönüyorsak onun sevgi olmadığını bilmemiz gerekiyor.
Ayağa kalkmamız, bir oluşumuzdaki yaratıcılığı, birlik oluşumuzdaki gücü keşfetmemiz gerekiyor. Aslan’ın kalbindeki yaratıcılığı şahlandırıp, bunu bu kez kısa vadeli çıkarlarımıza değil, Kova’nın kolektif bilincine adamamız gerekiyor.
Kafamızın içi bu yepyeni dünya bilgisiyle, bu yeni uyanışla, bu sıradışı vizyonla doluyor.
Kuru topraklarımız, kör düşlerimiz, sığ inançlarımız yanarak başka birşeye dönüşüyor. Kötülüğün bilgeliği, yerini bir çocuk gibi saf ve temiz, bir fidan gibi cılız ve çelimsiz bir ışığa teslim ediyor.
Görüyor musunuz, kafamız çiçekleniyor.
Bu ışığı taşıyabilecek miyiz?
Bu fidanı yeşertebilecek miyiz?
Ve nasıl?
Bu soruların cevabı bende değil, kitaplarda değil, kimsede değil.
Cevaplar aslanın kalbinde, kalbinizde uyuyor.
Sevgiyle ve ışıkla.
8.8.2021